28 Aralık 2010 Salı

yeni yılda gün batımı

Gün batımının şaibeli renkleriyle başı dönenlerin yaşadığı garipçe bir yaşam alanı.
Tanımlanması zor zevklerin insanlanları onlar.
Ne istediklerini bilmeleri zor.
Kırmızıya mı hayranlar yoksa sarının yakında geçecek sıcaklığına mı?
Küçük porsiyonlarda test edilen hazım seansları,
Amerikanın çıkarına uygun düşmeyen sefa anlayışlarının tabaklanmış hali gibi.
Yanlış zevklerin kurbanı olan yaşamların
güneş ışığının renkleriyle değişen mutluluk hallerini
daha iyi hangi toplum yansıttı???

Toplanın gün batımına gidiyoruz... (Bu bir yeni yıl temennisidir:))

17 Aralık 2010 Cuma

pardon

Hikaye; donun zamansız ve yanlış kişiye karşı çıkarıldığı bir kurgu içeriyorsa, PARDON işe yaramaz...

hayata dair

İnsan doğasının tarifsiz içgüdülerine esir olmamaya çalışmanın tarifsiz bir hafifliği olduğuna emin olarak geçen yıllar var. Karınca sürüsü gibi yaşamaya mahkum olduğunu hissettiğin sabah kalkışları ise büyünün binlerce kez bozulduğu, kesinleşmiş saat dilimleri. Nerede başlayıp nerede bittiğini bilmek ve aslında hiç bilmemek ise büyük bir ironi. Geniş perspektife hazırlarken bakış açını, dürbün mesafesinde bakmak her seferinde, biraz gerginlik yaratsa da, bilinmeyene ulaşma çabasının heyecanı her daim ayakta tutan iç gıcıklayıcı bir düşünce. ‘İbaret’ olmaya çalışmamak lazım, kırmak lazım bedenle sınırlı limitleri. Bir kedinin basit doğasında bulduğun sadelikle sarsıldığında, koskocaman zannettiğin düşünce sisteminin ve çok zekice zannettiğin günlük yaşamının bir saçmalıktan ibaret olduğunu anlarsın. Yaşamsal formunun ve ihtiyaçlarının kedininkinden farklı olmadığını gördüğünde aslında belki de daha geniş görmeye başlamışsın demektir hayatı. Hissetmek ve hissedildiğini fark etmek bütün ihtiyaçların arkasında yatan sır belki de. Boğazından akan suyu fark edebildiğin zaman aldığın haz ve yaşadığını duyumsamak, sana sevgiyle dokunan yumuşak parmakların verdiği rehavetin yarattığı mutlu hırıltıyla aynı. Gökyüzüne baktığın her an hiç tanımadığın ve bilmediğin bir dünyayla her gece tanışabilme lüksü, belki bilmekten daha keyif vericidir. Her şeyi bilsen şaşırma imtiyazını senden almış olmazlar mıydı? Ne büyük kayıp, şaşıramamak aslında. Gözlemlemeye başlasak ne kadar baş edebiliriz? Yarın bitmeyeceğini bilmediğimiz nefes alışlarımız yeter mi görebildiklerimizi bile incelemeye. Belki kokladığın garip kokulu sarı çiçeğin polenlerinin burnuna neden yapıştığını anlamadan, hatta düşünmeden koklamaya devam etmelisin sana en azından sunduğu aleni kokusunu.
Varolmanın ne kadar çok tanımı olduğuna bakmadan, yaratabildiğin en iyi varolma senaryosunu yaratıp oynamak gerekli. Vücuduna haz veren, adını bilmediğin salgılar o zaman senin ‘iyi ki buradayım’ demeni sağlayacak. İşte tek bildiğimiz bu.
Kendi senaryona dahil etmek istediğin insanların hayatına tanıklık edebildiğini bilmek ise, yaşamanın ve yaşananın kanıtı.

15 Aralık 2010 Çarşamba

paralı askerlik çıkmış!!!

"Para insanı asker eder adamım"...
Bu cümle, 1980 yapımı kötü bir amerikan-aksiyon filminden bu zamana mumyalanarak geldi mi sandınız? Yanlış... Vakumlanmış kabından taze taze çıkartıp, önünüze koyuyorum bu gece. Bu cümledeki ince hesap, insanın askere dönüşümü değil. İnsan sandıklarınızın 'para' ve 'parasızlıkta' neye dönüştüğünü görmek. Parasızlık kimsenin hoşuna gitmez elbette, benim de bir o kadar gitmiyor. Fakat esas problemi yaratan para kaynağı. Para kaynağı genelde ikinci bir şahıs olup, gitmesi durumu ciltte yayılan mantar kadar can sıkıcı olabilir. Bu para kaynağı koca olur, sevgili olur, baba olur, anne olur, kardeş olur, dede olur, patron olur... Olur da olur.
Bu tip bağımlılıklara prim verenlere tavsiyem: Bir an önce kendinize bir hayat edinin. Yoksa herkes sizi 3 kuruşa satın alıp, canları sıkılınca da beş parasız sokağa atıverir.
Hayat birilerinin iki dudağı arasına sıkıştırılmış para karşılığı satılamayacak kadar değerli.
Taburdan ayrılın. Birey olun. Hatta insan olun insan...

13 Aralık 2010 Pazartesi

başlık parası

Başımızın üzerini örterek, hangi dışlanmış kişiliğimizi kapatırız?
Bastırılmış şey sadece saçlarımız mı olur sizce?
Dualarımıza uzun yol yaptıracak bir saklanma, bizi ne kadar Tanrıya yaklaştırabilir?
Yozlaşmış önerilerle gelen din bizim başımıza kafayı takarak bir nevi "başlık parası" mı öneriyor?

Benim başım satılık değil ey kendini bilmezler...

dumanlı

Dürtülerimizin üzerine süet bez sürterek parlatabilir miyiz onları? İçimizden gelenleri bastırma eğilimimiz bizi normalleştirirken, aynı zamanda da sönükleştirmez mi? Kadınların belli dönemlerde dolunaya bile kafa tutmasını nasıl açıklarız? Yaratıcı bedenlerimiz, yaratmadıkça hırçınlaşıp, kafamızın içinde basınç yaratıyor olabilir belki de. Kartlaşan duygularımızı gerdirerek körpeleşmeyeceğimizi hepimiz öğrendik. Geçmiş bilgilerin, güvensizliklerin, yaşanmışlıkların üzerine biraz çul çaput atıp, bir kibrit çöpünün iştahını kabartabiliriz belki de rahat bir nefes için. Hayatın bize verdiklerinin tadını çıkartmak için illa ki karbondiyoksite ihtiyaç varsa ben ateşe veriyorum ortamı. Yansın ki, dumanı içime çekebileyim.

Sen

İçimde, derinde, en dibinde
Sen
Satenli zamanların en tepesinde
Sen
Derimde, gözümde, avuç içimde
Sen
Tensel dinginliğimin en yükseklerinde
Sen
Benim gerçekliğimin yorganaltı hikayesinde
En eksiksiz halinle
Yine Sen

12 Aralık 2010 Pazar

aşk ateşi

Aşkın ateşi parasetemol ile düşürülemez...

devir

Devrik cümlelerle devrim yapılmaz...

işten pazarlıklı...

İş dünyasının işkilli ortamında işbilir durmanın nasıl bir işgüzarlık olduğunun farkında değil misin?

şefin değneği

İnce zevklerin yan etkileri ince olmaz...
İnce zevkleriyle nam salmış insanlar, sadece masada boylamasına arz-ı endam eden narin dantel örtüden sorumlu değildirler artık. Ona dirsek dayayarak yaşanacak her bir diyalogdan, duygudan, hareketten içeriyi boylayabilirler. Kritik insanlık hallerinin müzmin bekçileri oluverirler bir anda. Kültürler, o masada meşhur Amerikan hortumlarının içinde kalmış kırık dökük tahta parçaları gibi birbirine vurmaya başlar. İşi toparlamak, üflemeli sazlarıyla karşı tarafta oturana bırakılmamalı ya da vurmalılarıyla ortalığı gümbürdetenlere... Şef sizi "ince" zevkinin uzantısı olan değneği ile yönlendirmelidir.

İşte tam o anda, -kaçırmayın- çünkü tam o anda müziğe şahit olursunuz en incesinden... Zevki yaşamak da tam o anda sizin farkındalığınıza kalır...

kurpiyer

Kurpiyerin sorumluluğu sana o malum kağıtları açmak...
Doğru oynamaksa kesinlikle senin sorumluluğun.

10 Aralık 2010 Cuma

duyguları gübrelemek

Çürümek sadece organik şeylere mahsus bir özellik mi sizce?
Hayır.
Geçmişte hissettiğin duygular çürür, bir gün toprak olacak bedeninde gübre olur.
Yeni tohumları at.
İçindeki gübre daha güçlü, daha kalıcı, daha sağlıklı duyguların büyümesi için gerekli zemini sana verecektir...

9 Aralık 2010 Perşembe

japon balığı

Kafamdaki "aşk". Ne kadar uzun süre düşündüm seni.
Çevremde tanık olduklarım oldu.
Kitaplarda özendiklerim oldu.
Filmlerde ağladıklarım oldu.
ilahileri oldu, vasatları oldu...

Yaşamadığım her aşk için kıvrandığım zamanları, bir fanusa koyuyorum bu gece, içine de tül kuyruklu, güneş renkli, süzgün gözlü, dolgun dudaklı bir japon balığı atıyorum...

Her beslediğimde o ve ben beraber büyüyeceğiz. Aşkla ...

Düşük yapmak

Kavramların regl sancısı çektiği, üremeden vücüdundan atıldığı zamanları bilir misin?
İstenmeyen bir çocuğun içinde büyümesinden daha iyidir bu dışlama...
Temizlenirsin.
Yeniden üretmeye ve üremeye odaklanırsın,
hem de en temiz kanınla, canınla...

İşte hayat bu; cama vuran ölü sineklere aldırmadan, yola odaklanabilmek, yaşama odaklanabilmek.

6 Aralık 2010 Pazartesi

topa nasıl vurmalı

"Gelişine vurmak" mantıklı zamanlarda tercih edilmeyecek kadar artistik bir harekettir. Risk içerir. Bu tip durumlarda pas mı versem, yoksa dışarı mı savursam düşünceleri sıfırlanır ve sadece bireysel orgazm ön plana çıkar. Ya kahraman olursun ya da topun ta kendisi. Seçimlerinizi yaparken dikkat edin. Bakın bakalım karşınızdaki topa sizin kadar hakim mi yoksa sadece gelişine mi vuruyor? Tecrübenin en güzel tarafı seni fallara bırakmaması, senin kadar top hakimiyeti olanlara yakınlaştırması. Hayatınıza giren herkes bir kere o topu dışarı atabilir ama önemli olan bunu bir kere yaptıktan sonra ders almasıdır. Almadıysa, kırmızı kartı gösterin gitsin, kendi sahasında ne kadar istiyorsa o kadar takılsın. Başkalarıyla oynamanın kurallarını bilmeyenlerin topu her dönem camdaki adam tarafından kesilmiştir... Bunu da unutmamalı...

adam gibi adam

Bir erkeğin nasıl olması gerektiğini yine bir erkek gösterebilir, öğretebilir sana. Kim kimin kaburgasından yaratılmış polemiğine son veren şey, ortak kaburga üzerinde bedenlenebilmek, gelişebilmek, sevebilmek, üreyebilmek. Göğsünüzün tam ortasına elinizi yerleştirin. Eğer kalbinize can veren, ritmini arttıran bir durum varsa bunu aşk diye mi konumlandırmalıyız yoksa yaşam diye mi? Ben bana yaşam veren bir erkeği tercih ediyorum. Aşk belki kalp masajı yerine geçebilir, sizi bir an olsun gittiğiniz yerden geri döndürebilir. Ama uzun süreli bir yaşam vaad etmez. Hayatın içinde olmayı tercih eden, hayatı koklayan, hayatı savunan, hayata kendinden bir şeyler katmayı misyon edinen bir adam size de nefesiyle yaşam verebilir. Ortaklığın en güzel tarafını gösterebilir. Adam gibi bir adamla olduğunuzu hissettirebilir.
Nefesimi kesen adama teşekkürler. İyiki hayatıma geldin.