9 Ağustos 2011 Salı

sosyal miyiz? dijital miyiz? Biz neyiz?

Dediler ki sosyal medya coşmuş: Dijital günlükler havada kapışılıyormuş. Hayatında kitap okumamış adamlar Anna Karenina'nınkini değil de seninkini merak ediyormuş. Suret kitabında (FB) kaç arkadaşın varsa rütben yükseliyormuş bu hayatta. Tweet'lerinle insanları gün boyu geyiğe doyurmuyorsan varlığın sorgulanıyormuş... Elinizi bir köşeye koyup kafanızı destekleyebilecek bir alan bulabildiniz mi bu yazdıklarımda? Hayır çünkü hepsi sanal, hepsi rant, hepsi boş. Bu bloğu yazdığımdan beri 20'li rakamları geçememiş birinin kompleksini döktüğü hazır mama kabı sanmayın bu yazıyı. Ben yola 'hiç'le çıktım. Güvendiğim siz değildiniz. Kendi yaşadıklarımdı. Şahit olmayı tercih eden 27 kişi var hayatımda. Hiç azımsanmayacak bir rakam bu aslında. 1500 kişi benim donuma kadar açıldığım bu sayfaları okusaydı, yazar mıydım diye düşünüyorum. Tabii ki hayır. Bu kadar özele girmek yerine aldığım ajandanın resmini paylaşırdım, ya da ucuzlukta kıstırdığım tişörtü gösterirdim göğsümü gere gere.Ben başladığım noktadayım. Üzerinden sayfalar geçiyor, akımlar üst üste biniyor. Trendler ayağını sıkana kadar yürürken sana eşlik ediyor. Topuk tıkırtısına değil de yaşam saygı duyanlarla kalmayı bir kere daha tercih ediyorum sanki. Burada ben varım, yaşam var bir de siz. ...

renkler

"Gün yorulmadan gece partilemeye başlamaz"... Seçilmiş 2 saatleri vardır beraber renklendikleri.
İlişkilerde de bu böyle değil midir? 40 sene beraber yaşarsın, hatırladığın 3-5 sene etmeyecek kadar kısa renklerdir. Herkesin önce kendi hayatı vardır. Sonra yaşamak isteği insanla olan hayatı gelir. Düzeni bozan bencilliktir. Tarihi bir anlaşmanın sınırlarını geçmemelidir kişi, eğer sona yaklaştığında 3-5 renk hatırlamak istiyorsa...

içten gelen

Bazen kumsala ilk basan sen olursun, oraya nasıl geldiğini bile bilmeden. Güneşin doğuşuna şahitlik etmen gerektiğini dünya senden daha iyi bilir. Senin söz geçiremediğin bir güç bunu yaşaman için seni taşıyıverir. Bütün komutları o verir beynine. Başlangıçlara inanmanın en iyi yollarından biridir bu. En diplerde son nefesi vermeden, yüzeydeki rahatlığın değerini bilemez insan. Yaratılışın çetrefilli kurallarından diyelim biz buna. Derler ki "Tanrı önce hayatını alt üst eder ki, doğru yaşamayı öğrenebilesin". Öğrenmek birinci kural yani. Bütün dünya bunun üzerine kurulmuş. Düzen öğrenmeden işlemiyor. Öğrenmek içinse önce fark etmen gerekiyor. Sürekli aynı şeyi yaşadığından şikayet eden kadın, bir gün geliyor haykırıyor karşısındakine içindeki düğümleri. Anlatıyor derdini sesinin ulaşabildiği yere kadar, karşısındakinin onu anlayabildiği yere kadar. Adam duyuyor içindeki çıkmazı. Kadın anlıyor ki gitmek değilmiş yapması gereken, paylaşmak, anlatmakmış. Anlatmanın kolay olduğunu sanmak büyük aptallık bu arada. Bazen bütün gününü kelimelerle geçiren biri iş kendini anlatmaya gelince kullanamaz doğru lügatı. Egosunun, tecrübelerinin, kayıplarının, gururunun alt yazısız diliyle konuşur. Konuşur durur. İletişim kuran iki insan gibi görünür gölgeleri ışık altında. Oysa kelimeler geçmez karşı tarafa. Dökmez içini, anlamlarını ortaya. İşte bu noktada bir kere daha düşünmek lazım. Öğrenmeye gönüllü, iki kişilik düşünmeye hazır olmak lazım.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

kara

Mutlu bir yazı yazmayı nasıl da özledim. Mutlu muyum ki mutlu bir kelam edeyim bu sayfalarda. Ben mutlu olsam da azınlığa sesleniyor olmayacak mıyım bu kadar ölümün, bu kadar yanlışın bu kadar cezanın, bu kadar haksızlığın içinde. Kim kendinden bir şeyler bulabilecek yazdıklarımda. Kara mizahı karalayacak bir cesaret lazım belki de. Eskizin içinden beliriverecek gerçek bir figür için bütün çaba....

yaz günü

Yaşlarla yaşlandı zaman
Kıyametin kıymıkları battı
karlar yağdı bir yaz günü
yüreğin acısına katık oldu zaman
ellerine nasırlar kattı
ayaz oldu bir yaz günü
sesi kıstı kuralsız zaman
günleri torbaya attı
dinmez yağmurlar yağdı bir yaz günü...