20 Kasım 2009 Cuma

mada

Annelerle kızlarının arasındaki ilişki parmak ucunda kurumuş bir damla uhuya benzer. İlk başta çok yapışkan ve yılışık başlar. Sonra dokundukça uzayan mevzulara döner. En son ise parmak izinin çıktığı, istediğin zaman iz bırakmadan çıkartabileceğin bir probleme dönüşür.
Olgunluk çağı kurumuş uhudur. Kimse zarar görmez. sevgi bakidir.

BBG evi???

insanların yaptığı en büyük hatalardan biri başkalarının hayatlarına kattıklarını zannettikleri yorumlar. "Ben onu tanıyorum o bunu yapmaz" gibi yakın temas insanlar için sarf edilen, anlamsız ama kendini özel hissettiren konuşmalar bir kişiye ne kazandırır? EGO diyenler bu yazının kazanan şanslıları. Hediyemiz "i"ile başlayan tireyle devam eden iletişim aparatı falan değil tabii ki. Hediyemiz bir kesekağıdı dolusu organik olgunluk. Bu tip öngörülerin sonunda her zaman mutsuzluk gelir. Öngören kişi ve tavsiyeyi dinleyen insan sadece yaşayamadıklarıyla kalır. Bir evin kapalı kapıları ardında ne olduğunu, hangi boyuttta ve nasıl yaşandığını, kazan-kazanma tablosunu bir tek o evin mensupları bilebilir. Dış pencereden içeriyi dikizleyenler ise hayal güçlerinin sınırlarını pencere pervazına salya olarak bırakırlar.

19 Kasım 2009 Perşembe

Need for data

Hayatın ne kadar tesadüfi bir şey olduğunu anlatmak için şöyle bir örnek yerinde olacaktır. Caddede yürüyorsunuz karşı kaldırımda bir kapkaç adamıyla mücedele veren bir kadın var. Kadın çantayı ısrarla bırakmıyor. Adam da onu alabilmek için her tür eziyeti vermeye hazır. Siz 5 metre ötede bütün olup biteni izliyorsunuz. Hikaye iyiyle kötünü hikeyesi değil. Kim daha kararlıysa kazanan odur. (Burada kadının kazanmasını bekleyen pollyannalar bir tık geriye çekilsinler ve hayatlarını gözden geçirsinler. Neden başarılı olamdıklarını bu şekilde öğrenmelerini istemezdim ama yazmam gereken bir şeyler var.) Neyse siz karşı kaldırımdan bir takım fikirler atıp tutuyorsunuz bu bilmediğiniz insanlar hakkında ve yolunuza devam ediyorsunuz. Sonra seneler sonra bir bakıyorsunuz o kadınla ya da adamala bir şekilde yollarınız kesişmiş. "Küçük dünyamız" lafı sizi kurtarır mı? Hayır. Kurtarmamalı en azından. Büyük büyük laflar etmemeyi öğrenmeli ya Miş gibi yapmalı. Hayatta başınıza gelmeden bir şeylere yorum yapamazsınız. Yorum için yeterli dataya asla sahip olamayacağınızı unutmadan yaşayın.

home made

Benim atıp tutmam için boş bir sayfa ve yanıp sönen bir cursor olması yeterli. Dayanamıyorum hemen bir sigara yakıyorum ve bilinçaltı denen yere akpilimi basarak çift vesait yapıyorum. Bazen çıkan şeyler beni de ürkütmüyor değil. Yazarken iyi de sonra dönüp okumak sorun yaratıyor. Bi şizofren bölünme, bilinçaltınla bloğunda karşılaşmak (meditasyonda olmaması bilinçli olmadığını gösterir)... Bu kadar deşifre olmak da cabası. Hangi kadın bu kadar deşifre olmak ister hayatta. Sevgiline havalı havalı takılıp "Bloğumu okuma ama tamam mı?"diyebileceğin şirin bir hayat var mı? Adam senden tırsmaz mı? Bu karının kafası amma da karışık nasıl çocuk yapılır demez mi? Allahtan benim sevgilimin hoşuna gidiyor bu tip manyaklıklar da ben de önce fikirlerimi pembeleşinceye kadar kavurup bol baharatla size çakabiliyorum. Ben zehiri atıyorum vücuttan ama okuyanlara ne oluyor hiç bir bilgim yok. Zarar görenler, takılıp kalanlar, hayatları bok olanlar bana bir ince mesaj versinler.

bir varmış bir yokmuş

"Nasıl bir ses tonun var. Ne söylesen masal gelir La Fontaine'den"

Bu kelam şarkı sözü olmaya gidecek kadar yolu hangi ara kat etmiş anlamasamda esas anlamadığım bu değil tabii ki. Bir sevdiceğiniz var ve ses tonu her nasılsa ne anlatırsa anlatsın sizi 'sleeping mode' durumuna getiriyor. Yani karının/herifin dediklerinden bir bok anlamıyorsunuz. Dinlemeye şevklendirmiyor sizi. Hiç sallamıyorsunuz. Karıncayla ağustos böceğinin hikayesi tadında her anlattığı yani. Peki bu sevgiliye yapılan bir iltifat mıdır?
"Takıl, ne yaparsan yap ben yine de bu kulak memesi kıvamındaki ses tonun yüzünden seni sevmeye devam edeceğim" mi diyordur karşı taraftaki söz yazan sevgili? Ne diyordur? Biri çıksın beni aydınlatsın lütfen ki ben de şarkıyı dinlediğimde hakkını verebileyim .

Backstage

Sahneye çıkacak medeni cesareti olan adamın oyun oynama kabiliyeti yadsınamaz. Bazıları perde ardına saklanırken bazıları ışıkların alnına vurduğu ortama çıkar ve şov ne gerektiriyorsa onu icra eder. Burada bahsi geçen sahne dandik siyah kumaşın suntaya zımbalandığı, yerden bir tık yüksek olan platform değildir. Bildiğiniz hayattır. Fakat bir de backstage denilen bir gerçeklik vardır. İşte esas olan orada olur. Bkz. Elvis. Sahnede o büyüyen yaratık eve gidince bütün sahtelikler yatakta pazar çarşafı gibi sırtını tırmalar. Sahne arkası adamının ise bu gibi sorunları yoktur. Tek derdi her zamankiyle aynıdır. Kişilik bölünmesiyle uğraşmak zorunda kalmaz. Belki menemenin domatesidir sorunu belki de yeni aldığı ayakkabının zamanından önce burnunun kırılmasıdır. Yazar böyle bir sorumluluğu almaktan kaçarak seçimi size bırakır. Ya sahne önü ( pazar çarşafı diyorum yalnız!!!) ya da sahne arkası... Seçim sizin.

bütünlük bozuk paranın işi değildir.

Ayakları yere basan insanın mutluluğu güneş banyosu yapan kedi kadar sürer arkadaşlar. Mış gibi mırıldanmalar arasında, kafa hep daha farklı bir platformda toplantı halindedir. Bedenle kafanın ayrı takılması, normal hayatta sıkıcı olmamak için yapılan sıkı bir kaçamaktır. Beden içer, sıçar, gülerek kendini yerlere atar. Kafa ise ebeveyn rolündedir ve bu uçarı hallerin ne zaman geçeceğini merak ederek işine gücüne bakar. Banka hesabından girer felsefeden çıkar. İnsanoğlunun en büyük merakı haline gelen bütünsellik ise kesinlikle göt ister. Bu işin şehrin en kalabalık caddesinde taksi beklerken yapılabileceğini düşnenler bu hayata bir kere gelmeyi hak eder. Ya dağa gideceksin bedenle kafa aynı yolda olmaya mecbur kalacak ya da şehrin göbeğinde laga luga yapmayacaksın. İşte size faydalı bir yaşam koçu tavsiyesi.

real or not

Gerçek denilen şey bir tas çikolata kadar anlamlı ve tatlı aslında. Gerçek diye bir şey olmadığını anlayacak kadar yaşayanlar bu duyguya daha yakın hissedecekler kendilerini. Kendinize dokunun. Gerçekliğiniz elinizin hissetiği alan kadar. Daha fazlası sizin kendinize yakıştırıp anlattığınız hikayelerden ibaret.
Kendini tanıdığını iddia edip, kelimeleri asma yaprağına sarıp size bir lokma halinde yutturmaya kalkışan binlerce insanla berabersiniz. Sizin hikayeniz ne kadar doğru ise karşınızdakininki de o kadar doğrudur unutmayın.
İnanmak sadece ihtiyaç duyduğunuzu zannettiğiniz bir ilüzyon. Oyuncaklı işler için yeterince olgun olduğunuzu düşünüyorsanız bırakın bu inanma işlerini ve yaşamanıza bakın.

7 Kasım 2009 Cumartesi

Bir dosta...

Kadın sarı saçlarını özenle düzleştirdikten sonra sokağa adımını atar. Normalde dalgalıdır belki saçları ama onun kafasında bir tane daha karışıklığa hiç tahammülü yoktur. Organize işler temiz bir kağıt mendil gibidir. Hafif, katlı, taşıması kolay ve fonksiyonel. Kadınlığının verdiği hafif işkilli duygular bu hayatta ekstra kaloriden fazla bir getiri getirmeyeceği için, dışarıdan söylenmiş hafif bir salata hayatı götürmek için yeterli olacaktır kadına... Sonra bir adam adım atar olmaz bir başkası. Kadın sorunu kendinde arar. Yanılıyordur. Güçlü ve kontrollü olmasının ilişki içinde uygun olmadığını ve içindeki kuru fasülye yapacak geni ortaya çıkarmadığını düşünür. Yine yanılıyordur. Sorun asla saçları sarı ve özenle fönlenmiş kadında değildir. Bu kadının içindeki kadını çıkartacak kadar erkek olmayan adamlardadır.
Bir gün gelecek bu kadın saçlarındaki dalgayla ve içindeki kadınla tekrar buluşacak. Sokakta bir yerde onu görmeyi bekleyen adamla yıllar sonra bu yazıyı okuyup bugünü hatırlamakta zorlanarak gülümseyecekler...