3 Kasım 2011 Perşembe

Bukowski'yi sevmek

Bugün düşündüm de ne kadar değişmişim. Eskiden insanları kırmamak adına fikirlerimi söylemediğim çok zaman oldu. Karşıt düşüncede de olsam, derin bir nefes alır o ilişkiyi korumak adına yutkunurdum. Bir balgam problemiyle hayat boyu yaşamak ne kadar mümkün. Ben üst solunum yollarına zede vermeyen ilişkileri beğeniyorum. Bir küçük hesap yapın. Çocukluktan beri tanıdığınız kaç insanı harcadınız hayatınızda? Peki ya sonradan kurduğunuz arkadaşlıklara ne oldu? Ben söyleyeyim. Çocukluk arkadaşlarına bir bok olmaz. Çünkü o yaşlarda yalandan, riyadan, egodan bi haberdi herkes. Dolayasıyla da bugün hala aynı tadı alabilirsiniz. Kabul ettiğiniz herşeyin ardında sevgi vardı kocaman. Hala da var. Şimdi öyle mi peki? Hayır tabii. Dengeler bozuldu. Tahterevallinin karşı ucuna koyulanlar çeşitlendi: Kazançlar, eşinin ilişkileri, iş ilişkileri, kayıplar, ortam huzuru, vs.. . Hal böyle olunca en ufak problemde sen ne yapıyorsun? Siktir git diyorsun. Niye mi? Yeterince sevmediğin, yeni tanıdığın, kabul edip etmeyeceğin belli olmayan bir insana ne kadar müdana gösterebilirsin sadece uyumlu olmak adına. Sıfır. İşin var, gücün var. Bir hayatın var. Bu saatten sonra herkes kendi doğru bildiği hayatı yaşasın. Zaten yaşayamıyorsan kendini de Bukowskiyi de sevmeye hakkın yoktur.

Müteahhit

Hırslı insanların kompleksli hayatlarına bir durak kadar uğramışlığım var. O durakta az mı kaldım? Hayır. Beni kurtaracak vesait gelene kadar kaldım maalesef. Peki beni orada tutan neydi? Niye yürümedim ıslık çalarak ellerim cebimde? Belki ben de hırs ve kompleks dünyasından kazandığım 'şehir fırsatını' değerlendiriyordum. Hani şu günlerde revaçta olan fırsat kampanyaları var ya sizi hiç ait olmadığınız bir yere ucuza götürüp, itin götüne sokan. İşte benimki de aynı hesap. Kendini iyi tanımadığın ve konumlandırmadığın zaman okuyacağın hep ucuz romandır. Kurgusu olmayan, kepazeliği bol kepçe, sokak kavgası tadında hayatların içinde bir oyana bir bu yana savrulurken bir bakmışsın yaş hanenden onca yaşın üzerine çentik atılmış. Bu kadarla da kalmaz. Yaşadıklarından eline en azından güzel bir şeyler kalmasını beklersin. Hani kar hesabı. Karı da geçtim ana sermayeden yenmemişlik de yeter. Ama geriye sadece sana dadanan bir telefon sapığı, arkandan söylenen ipsiz sapsız yalanlar ve seni hiç tanıyamamış insanlar kalır. İşte bu dostum tam anlamıyla depreme dayanıklı olmayan hayat tasarımıdır. Müteahhiti sen olduğun bir inşaatın taşları altında kalmaktır. Ben derim ki harcı iyi karın ve malzemenin ucuzuna yönelmeyin.

9 Ağustos 2011 Salı

sosyal miyiz? dijital miyiz? Biz neyiz?

Dediler ki sosyal medya coşmuş: Dijital günlükler havada kapışılıyormuş. Hayatında kitap okumamış adamlar Anna Karenina'nınkini değil de seninkini merak ediyormuş. Suret kitabında (FB) kaç arkadaşın varsa rütben yükseliyormuş bu hayatta. Tweet'lerinle insanları gün boyu geyiğe doyurmuyorsan varlığın sorgulanıyormuş... Elinizi bir köşeye koyup kafanızı destekleyebilecek bir alan bulabildiniz mi bu yazdıklarımda? Hayır çünkü hepsi sanal, hepsi rant, hepsi boş. Bu bloğu yazdığımdan beri 20'li rakamları geçememiş birinin kompleksini döktüğü hazır mama kabı sanmayın bu yazıyı. Ben yola 'hiç'le çıktım. Güvendiğim siz değildiniz. Kendi yaşadıklarımdı. Şahit olmayı tercih eden 27 kişi var hayatımda. Hiç azımsanmayacak bir rakam bu aslında. 1500 kişi benim donuma kadar açıldığım bu sayfaları okusaydı, yazar mıydım diye düşünüyorum. Tabii ki hayır. Bu kadar özele girmek yerine aldığım ajandanın resmini paylaşırdım, ya da ucuzlukta kıstırdığım tişörtü gösterirdim göğsümü gere gere.Ben başladığım noktadayım. Üzerinden sayfalar geçiyor, akımlar üst üste biniyor. Trendler ayağını sıkana kadar yürürken sana eşlik ediyor. Topuk tıkırtısına değil de yaşam saygı duyanlarla kalmayı bir kere daha tercih ediyorum sanki. Burada ben varım, yaşam var bir de siz. ...

renkler

"Gün yorulmadan gece partilemeye başlamaz"... Seçilmiş 2 saatleri vardır beraber renklendikleri.
İlişkilerde de bu böyle değil midir? 40 sene beraber yaşarsın, hatırladığın 3-5 sene etmeyecek kadar kısa renklerdir. Herkesin önce kendi hayatı vardır. Sonra yaşamak isteği insanla olan hayatı gelir. Düzeni bozan bencilliktir. Tarihi bir anlaşmanın sınırlarını geçmemelidir kişi, eğer sona yaklaştığında 3-5 renk hatırlamak istiyorsa...

içten gelen

Bazen kumsala ilk basan sen olursun, oraya nasıl geldiğini bile bilmeden. Güneşin doğuşuna şahitlik etmen gerektiğini dünya senden daha iyi bilir. Senin söz geçiremediğin bir güç bunu yaşaman için seni taşıyıverir. Bütün komutları o verir beynine. Başlangıçlara inanmanın en iyi yollarından biridir bu. En diplerde son nefesi vermeden, yüzeydeki rahatlığın değerini bilemez insan. Yaratılışın çetrefilli kurallarından diyelim biz buna. Derler ki "Tanrı önce hayatını alt üst eder ki, doğru yaşamayı öğrenebilesin". Öğrenmek birinci kural yani. Bütün dünya bunun üzerine kurulmuş. Düzen öğrenmeden işlemiyor. Öğrenmek içinse önce fark etmen gerekiyor. Sürekli aynı şeyi yaşadığından şikayet eden kadın, bir gün geliyor haykırıyor karşısındakine içindeki düğümleri. Anlatıyor derdini sesinin ulaşabildiği yere kadar, karşısındakinin onu anlayabildiği yere kadar. Adam duyuyor içindeki çıkmazı. Kadın anlıyor ki gitmek değilmiş yapması gereken, paylaşmak, anlatmakmış. Anlatmanın kolay olduğunu sanmak büyük aptallık bu arada. Bazen bütün gününü kelimelerle geçiren biri iş kendini anlatmaya gelince kullanamaz doğru lügatı. Egosunun, tecrübelerinin, kayıplarının, gururunun alt yazısız diliyle konuşur. Konuşur durur. İletişim kuran iki insan gibi görünür gölgeleri ışık altında. Oysa kelimeler geçmez karşı tarafa. Dökmez içini, anlamlarını ortaya. İşte bu noktada bir kere daha düşünmek lazım. Öğrenmeye gönüllü, iki kişilik düşünmeye hazır olmak lazım.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

kara

Mutlu bir yazı yazmayı nasıl da özledim. Mutlu muyum ki mutlu bir kelam edeyim bu sayfalarda. Ben mutlu olsam da azınlığa sesleniyor olmayacak mıyım bu kadar ölümün, bu kadar yanlışın bu kadar cezanın, bu kadar haksızlığın içinde. Kim kendinden bir şeyler bulabilecek yazdıklarımda. Kara mizahı karalayacak bir cesaret lazım belki de. Eskizin içinden beliriverecek gerçek bir figür için bütün çaba....

yaz günü

Yaşlarla yaşlandı zaman
Kıyametin kıymıkları battı
karlar yağdı bir yaz günü
yüreğin acısına katık oldu zaman
ellerine nasırlar kattı
ayaz oldu bir yaz günü
sesi kıstı kuralsız zaman
günleri torbaya attı
dinmez yağmurlar yağdı bir yaz günü...

20 Temmuz 2011 Çarşamba

-yor

Suyun kafiyesiz sızıntısı canımı sıkıyor.
Pusulanın tembelliği, tarihimi etkiliyor.
Kararsızlıkların kararlılığı işimi bitiriyor.
Panjurların gölgesi, siyahımın altını çiziyor.
Evin saihibi kedi, en çok da o seviniyor.

dört duvar

Evin duvarlarına bakıyorum. Bir takım resimler, tablolar...Masanın üzeri başkasna ait bir geçmişi fotoğraflıyor, aksesuarlaştırıyor...Raflarda hiç dokunmadığım kitaplar, kutularda hiç bilmediğim eşyalar... Çekmeceler, odalar, tabaklar... Hiçbir yerde parmak izim olmayan bir dünyanın içine hapsolmuş gibiyim yıllardır. Anılarım, geçmişim yok. Ben yokum. Çulla çaputla kapatılmaya çalışan bir çıplaklık benimkisi. Her yer bomboş kafam hariç. Nasıl bu hale geldiğimi bilmediğim, ait olmadığım yerlerde sürdürdüğüm garip bir savaş. Evet savaş. Yanıma aldığım bir tek kalbim. Dolaşıp duruyor, ait olmaya, ayak uydurmaya çalışıyorum habitata. Nefret ettiğim ama bana ait bir biblo görebilmek için göz yaşı döküyorum. Onlar mı kırıldı yoksa ben mi? Hiç birimizden en ufak bir iz yok. Gözlerimi görmek için değil de canlandırmak için kullanıyorum. Hatırlamaya çalışıyorum koltuğumu, kokusunu duymayı özlediğim kitaplarım kim bilir nerede? Bu bir lanet mi? Kendime bir hayat kurmaya çalıştıkça silindiğim, görüntümün, geçmişimin flulaştığı bir gizem mi? Sır mı bütün bunlar? Sahip olduklarım nerede şimdi? Hangi deponun ıslak zemininde çürüyorlar? ne zaman kayboldum bu kadar? Ne zamandan beri kendime ait bir yatakta uyumadım? Hangi yastığı sevdiğimi bile unuttum. Kahretsin. Ne için bu çabam? Tanıdık bile olmayan bir masalın içinde yok olup gitmek mi? Bir başkasının gerçeklerine dal gibi tutunmaya, orada yuva yaratmaya çalışmaktan mı ibaret hayatım? Artık düşlerini bile kuramıyorum hayali evimin. İnancımı kaybetmemek için su çarpıyorum yüzüme. Sevdiğim adamın gözlerine bakıyorum. Yalvarıyorum duyması için içimdeki çığlığı. Karıncalara bile imreniyorum şu aralar. Delirdim sanki. Kısa süreli ikametlerimin sonu nerede bitecek? Mahallenin muhtarına göğsümü gere gere yaşadığım adres budur demek en büyük hayali olur mu bir insanın? Manava geçici olmadığını hissettirerek bakmak... Kaplumbağanın bile eriştiği lükse erişmek için daha çok insan olmaya çalışmak. İşte olayım bu...  

19 Haziran 2011 Pazar

ya öyle ya böyle

Kaşlarına dokunduğunda ne hissediyorsun? Ben garip bir bitkinlik ve karanlığı aynı anda yaşıyorum. Bunu benzer bir duyguya benzetmenin bir faydası yok. Teşbih yapmak için kendini zorlamanın da... Eğer kendini eleştiren ve hergünün tadını farklı yorumlayan bir insansan  mutlaka kaşlarına dokunuyorsundur günün herhangi bir saatinde. İşte o an senin matematik yaptığın, denklemleri doğru çözme eğilimi gösterdiğin andır. Tadını çıkart. Tecrübelerin kolundan bir tarafa çekmeye çalışacak. Silkele gitsin. Egon baskın olmaya çalışacak. Boşver,sal gitsin. Sadece sen ve kaşların kalsın orada. İşte o zaman yaşadığın problemin tam göbeğini kaşıma erdemine ve tembelliğine ulaşabilirsin. Sadece çok değerli 5 dakikayı kendine ayırmaktan behsediyorum, daha fazlası değil. Herkesin bu kadar dakika aşırma lüksü olamlı ve olabilir. Yeter ki düşünün ve yeter ki çözmeye çalışın. Gitmek çok kolay, kalmaksa bir çok parametreyi içinde barındırıyor. Kaçabilirsiniz en kolayından ve bunun için sizi suçlayacak kaç yiğit çıkabilir? Sayısı belli ama bundan feyz almayın ve kalmak için uğraşın. Tıpkı bu hayatta kalmaya çalışmak gib düşünün bunu da. Gitmek ne kadar kolay hiç farkettiniz mi? Bunun binlerce yolu var: ilaç içmek, jilet atmak, köprüden sallanmak, apartmana kafa tutmak... Ama ya kalmak??? Önünüzde en fazla 2 seçenek olur: Ya çözersiniz ya da çözersiniz... Bu ikisi de aynı kapıya çıkar sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Çözmek sancılıdır. Doğumda kullanılan ilacı enjekte etmezler sana. Sancıyı kendin yaşayacaksın har saniyesini. Yapayı yoktur , işe de yaramaz... Ya egon kazanı ya da hayat sonunda... 

29 Mayıs 2011 Pazar

ilahi

Dünya tarihinin başlangıcından beri insanoğlu üstün yetenekleri kabul etmek yerine taşlamayı tercih etmiştir. Çünkü hiç bir insan kendinden üstün bir başka şeye tahammül gösteremez.
Bu anlamda tek anlayış gösterdiği Tanrı'dır.
Bunu neden mi yapar?
Çünkü karşısında taşlayacak, kirletecek, yok edebilecek bir varlık yoktur.
Çünkü insan 5 duyusunun ulaşamadığı herşeye boyun eğme eğilimi gösterir
bütün bunları "aptal"lığını en uyanıkça saklama güdüsü ile yapar. Ki en aptal yerine de düştüğü çukur da tam burasıdır. Sonuç olarak; gerçek olan herşeyi gerçek dışı yapmak, gerçek olmayanları da katıksız gerçeklik gibi görmek ilahi komedinin satır aralarından daha fazlasıdır...

28 Mayıs 2011 Cumartesi

serçe

serçenin aklına taze bir kırıntının hayali düşmüş
Sandalyedeki adamın dişleri arasında ezilen simitten bir parça
Gözleri kocaman yüreği pırpır
her an harekete hazır...
Doymak için hep bir adamın ağzında gevelediği şeye bakıp duran
serçe kadınlar
gözleri umut dolu yürekleri pır pır
her daim harekete hazır...

boşalmak

Bu sene benim eleme senem oldu sanki. Birçok insanı sildim telefon rehberimden hem de "Emin misin?" uyarısını dikkate almadan. Meziyet mi diyeceksiniz? Evet hem de büyük meziyetmiş. Yıllarca insanlara inanmayı seçtim. Çevremdeki insanlara yardım edebiliyorsam hiç düşünmedim açtım elimdeki olanakları.İnandım ve sevdim. Karşılık bekledim mi? Tabii ki zaman zaman bekledim. Ama bir tek şey gördüm ki, kimseye hak etmediği değeri sen veremezsin. Kendi vermiyorsa senin haddine düşmezmiş. Kendilerine yalandan dünyalar kurmuş birçok insanla beraber savrulup gitmek. Boş konuşmak, boş hissetmek, bomboş olmak... İşte tam olarak hayatımdan elediğim şey bu. İsimler sadece figüran.
Sildikçe boşaldım mı? Hayır tam tersine doldum, doluyorum her geçen gün daha da fazla...

küçük kız

küçük kız büyüdüğünü anlayamadı
aynalara ve çevresine rağmen
masallara takılı kaldı aklı
gazete ve tv haberlerine rağmen
hep sıfırladı yaşadıklarını
değişmeyen şartlara rağmen
devam ettirdi adımlarını
ağrıyan dizlerine rağmen
Ne olursa olsun kaldıramadı içindeki küçük kızı
boyunun artık yetiştiği raflara...

parantez

Parantezi açsan, kapatmak istemiyorsun,
ya toz tutarsa oraya koyduğun kelimeler,
ya bir daha hiç açamaz, yaşayamazsan orada sıkışmış anlamları?
Demek ki hayattan çıkartmak lazım parantezi
belki sadece iki nokta koyarak önüne sonuna 
duyguları belli etmek için kullanmalısın
Ne demek istiyorsan onu demeli,
istediğin şeyin önünü ve sonunu açıkta bırakmalısın
Belki bu şekilde yaşama geçer ağzından çıkan ölü kelimeler
Belki havaya karışır, duygulara siner, büyüme şansı bulurlar.

 

24 Mayıs 2011 Salı

özlü bir özlem

'Özlemek' insanın en özünden gelir. Uzakta sesini duymak istersin. Doyamazsın. Tekrar tekrar kulaklarına dolup dolup boşalsın istersin özlediğinin sesi. Yakınında olduğun, kokusunu içine çekebileceğin günü sayarsın kah telefonun takviminden, kah gönlünün dayanma gücünden... Hayaller kurarsın. Özlemdir bu neler kurdurtur adama. Kuraklaştığın her an yeşertir seni. Suyla yıkar ruhunu. Bedenin titrer de konduramazsın kendine. Çaktırmadan yaz meltemine atarsın topu. Ama... Aması var bununda işte her şeyin olduğu gibi. Özlemek bireyseldir. Sen ve senin özünle ilgilidir. Yakına düşersin. Ağzını bıçak açmaz. O hayalini kurduğun coşkulu sahnenin yerinde bir hademe bezmiş bir halde yerleri süpürüyordur. Yarınlara atılmış beklentilerle doludur yerler. ... 

15 Mayıs 2011 Pazar

kaçıncı elementsin?

bencillik tarihi bir anlaşma
kıyaslama kendini evcilleşmiş bir yaşamla
sen ki hudutlarını çizmişsin
bırak tahta tahta olsun sen de sen

kader beni derler toplar mı?

Ne gariptr ki ellerin tutmak istese de kaderin tutmuyor o şeyi. Kader var mıdır? bence yoktur. Kader senin aklının ve yüreğinin sesini duyabiliyorsan eğer, izlediğin yoldur. Bugün başına gelen şeyi yok saymadan, hayatına yön verdiğin yerdir kader. Derlenip toplandığın yerdir aslında. Radikal mi? En babasındandır. Meşakkat dersen yine en azılısı onun içindedir. Göt ister kader yaratmak ve onun arkasında durmak yani. İşte tam da bundandır insanların eziyet çekmesi, ağlaşması. Bugünün getirilerine kulak tıkayıp, dünü yaşatmak çabasındandır kötü kaderi yaratan. Ağlaştıran, süründüren versiyon. Tam 37 senemi verdim bu hayata. Çok mu? Hiç birşey ama çok şey. Neden derseniz? Her gün, her saat didikledim ben olup biteni. Kah vazgeçtim, kah devam ettim. Ama hakkını vermediğimi kimse söyleyemez. Gitmedim bilinen yollardan. Sevemedim hemen herkesi. Para için satmadım ruhumu, hayatımı. Önemseyemedim her olup biteni. Sahiplenemedim hayatıma her girip çıkanı. Kızdılar bana. Kızdım kendime. Sonra bugün geldi. İyisi kötüsü boş. Adamın en güzelini sevdim. Kardeşimin değerini bildim. Anamın hakkını ödeyemez duruma düştüm. Bugün benden kıyağı yok. Ben bunu bilir bunu söylerim. Umarım bugünü burada noktalayıp, yarını geldiği gibi yaşar size de yaşatırım. Ben bir tek bunu öğrnedim...

can mı canan mı?

Canınızı en çok ne yaktı bugüne kadar diye bir düşünün. Olur olmaz aşık olduğunuz adam sizinle ilgilenmediğinde mi yandı? Yoksa azılı bir sivrisinek mi sokmuştu sizi en kuytunuzdan? Belki de işinizden kovulmuştunuz ya da en havalı halinizde biri karşınıza dikilip açığınızı yakalamıştı... ya da kan grubunuzu öğrenmek için o garip sivri alete parmağıızı uzatmıştınız... Kim bilir? Ben biliyorum. Bütün bunlar sadece safsata. Egonuzun sizi en zayıf noktanızdan pençelediği yerler. Asıl ne zaman canı acıyor insanın biliyor musunuz? Canınız kadar sevdiğiniz, hayatının yönünü gözüneze baka baka sizin için değiştirmiş bir insanın canı yandığında ve yanında olamadığınızda. Üç kuruşluk işler, üç kuruş bile etmez insanlar için onun yanında olamadığınızda kopuyor ipler bu hayatta. Acı başlıyor. Önce bir sızı, sonra çaresizlik sonra da yaşanmamışlıklar... Kalbinin beynine baskı uyguladığı tek yer burası arkadaş. .. Hayatının anlamını, nerede olman gerektiğini, nasıl bir yaşam için su içmen gerektğini öğrendiğin tek an. Canının canı yanmış. Senin canın yanmış. can için canan olmak işte tam da bu noktada başlıyor. Bırakın boş işleri, canınızı kurtarın. Çünkü o da sizi kurtarırdı... 

14 Mayıs 2011 Cumartesi

kurşun kalem

Kurşun kalemin felsefesini edinin. Ne kadar sivri olsa da ucunuz, bir yere sürtünmeniz gerektiğini unutmayın. Yaşadıkça bütün uçlarınızın kütleşeceğini göreceksiniz. Her ego bir gün bir kağıt üzerinde bırakır sivriliğini. Ama üzülmeyin bu iş bitene kadar tekrar tekrar sivrileşip, köreleceksiniz. Bu bir döngü. Önemli olan bu süreci yönetebilmek. Gerektiğinde sivrilip, gerektiğinde iddianı kaybetmek. Bu döngü sizin tarihiniz. Kayıtlara geçense körelirken bıraktığınız izler. Siz tarihinizi yazıyorsunuz taa ki elle tutulur bir tarafınız kalmayana kadar... İşte bu kadar...

13 Mayıs 2011 Cuma

acemi

Yakası bağrı açık, koca yakalı gömleklerin aşıkları olsak şimdi yine
kaldırım üzerinde bakışıp, dirseklerimizle dürtsek birbirimizi sonra utansak yine
birşeyler içmek görüşmek için en önemli bahanemiz olsa
birisinin doğum günü olsa da
dans etsek diye dua etsek yine
dudaklarımız ilk değdiğinde ateşler bassa, gözümüz kararsa heyecandan yine
Bir tek kalbimize güvensek
o çarptığı sürece böyle hızlı bize birşey olmayacağına emin olsak yine
ah hep böyle güzel olsak
genç, acemi aşıklar yine...

cam önü

Egzotik bir kuşum sanki Alaskada yaşamaya çalışan
üşüyor içimdeki her bir düşünce
Ait olmadığım bir dünyanın içine hapsoldum
kaçmak için ne hayaller ne de banka hesabı yetiyor
Bazen şükredip hafiflemeye çalışırken yakalıyorum kendimi
Gülmeye zorladığım dudaklarımı hissediyorum bazen de
Zoraki herşey
Hani mahsur kalırsın ya kar yağınca
benimki de o hesap
Yolların açılmasını bekleyerek geçiyor günlerim
pencerenin önünde
uzun uzadıya yayılmış beyaza bakarak
Biliyorum bunun da bir sonu var
Bir sabah kalktığımda yollar renk almış olacak
Bütün griliğiyle diğer yollara, diğer yaşamlara bağlanacak
Ama ya zaman
Ya şu geçmeyen zaman...

12 Mayıs 2011 Perşembe

T.E'den kiralık ülke

Sahibinden kiralık bir sürü tecrübem var. Bunları emlakçıya versem size bir de bedavadan tecrübe yaşatırdım lakin depozitoyla sizi perişan etmek derdindeyim. Edineceğiniz tecrübeler merkezi sisteme bağlı olup, bağımsızlığınızı ilan ederseniz kıçınızın açıkta kalıp üşüyeceğini garantilerim. Evet merkezi sistemin bedeli bir tık daha ağır olabilir ama size çobanlık yapacak kapıcı bu bedelin içinde. Bilirim sürülmeye, sürünmeye, bir cahilin size hizmet etmesine bayılıyorsunuz. Kat karşılığı kabul etmiyorum çünkü ben de kat kat var onlardan. Boyalı veririm. Kendi renginizi belli etmenize tahammülüm yok anlıyor musunuz? Asansörü Araplara sattığım için yürüyeceksiniz. İster Anadoludan başlayın ister Taksimden. Ailenizi getirmek isterseniz "Ananızı da alır gidersiniz" ...Ben sizi yalnızlaştırmak, bölmek ve yönetmek istiyorum çünkü. Diğer şartlarım neler mi? İnternet kullanmayacaksın bir kere, alkol görürsem anında teki veririm. Sigara içmek istiyorsan akrabaların sattığı mekanizmayı alacaksın sike sike. Yok almam diyorsan cezası günlük 62 TL. Grup kurarsan Silivriye gitmen an meselesine döner. Bana karşı bir hareketini görürsem seks kasetlerini çıkartır dağıtıveririm. Bütün bunlara "EVET" diyorsan BURASI senindir... Sen istedin ben yaptım... Daha ne istiyorsun???

köşeler

İnsanlar değdikçe, yırtıldı köşelerim...

8 Mayıs 2011 Pazar

anneme

Kalabalık ailenin ender kızı
büyüdü istemeden
hayallerini askıya asıp
karnında büyüttü ne varsa
Birdi Üç oldu zamanla
Diğer iki onun kanıydı canıydı çocuklarıydı
Herşeyi bırakıp anne oldu
Herşey o oldu...
dünya bir yana o diğer yana oldu
emektar oldu, sevgili oldu, gül oldu
ama bir tek şeyi o kadar iyi oldu ki...
Anne...

5 Mayıs 2011 Perşembe

çemkirme

Büyüdükçe geçimsiz mi oluverir insan
geçimsizlik midir adı
akıllanmak mıdır
kendini düşünmek midir yoksa
her şeye "he" diyen sen
"yo" demeye başladın mı
alınganlaşır mı çevren?
"noluyo ulan" demeye başlamak mı lazım
birileri seni rahat bıraksın diye?
Ağlaşmaların sesi
sen ağlaşmadığın için mi yükselir çevrende?
"bana ne" demediğin için
bir evin, bir çocuğun, bir kocan yoksa bugüne kadar
"sana ne" demek hak değil midir?

 

26 Nisan 2011 Salı

ev

İnsan kendine ait bir evi olmayınca anlıyormuş
ait olmanın ne demek olduğunu
çekip gitmelerden, yıpranmış valizlerden
doldur boşaltlardan bıkkın
gözlerin
kendine ait boş bir duvara bakmayı özlüyormuş
Sadece senin olan bir çekmecenin
içindeymiş meğer yaşamın anlamı
sen senmişsin ve içindeki herşey seninmiş
ne büyük özlemmiş kendi evinin anahtarını taşımak
sadece senin açacağın bir kapının kilidini açmak
Bir evi olmalı insanın
kendine ait
bir de sevgilisi varsa
içinde
açılmayacak kapı yokmuş...

ikinci şans

İkinci bir düşünce gelmez bazen aklına, duygularına, kanılarına, yargılarına...
Sonra bir haber gelir uzaktan
yolların ötesinden
İkinci düşünceden başka bir şey kalmaz aklında, duygularında, kanılarında, yargılarında...
İkinci şans dedikleri bu mudur?
Vermezsen de
Gelir verdirtir mi?
Duygularına oyun oynayan ilk kararların ne olur?
Sadece ikincinin önünü açan karar olarak 
rafa mı kalkar?

kalp krizi

Duydum ki kalbi teklemiş
duydum ve benimki de tekledi
sözsüz geçen yılların
damarlarına metal takılmış
kan akmış
söz akmış
can atmış
küs atmış

4 Mart 2011 Cuma

okkalı bir cümle...

Noktalama işaretlerinin nokta koyamadığı bir cümlenin içine hapsolduk.  Tanımlar boş, teşbihler hoş. Kulağa çalınan ses hoş, anlamların içi boş. Yeni bir paragraf başı yapana kadar zulüm devam edecek. Ünlemler sarmış dört bir tarafımızı, soru işaretlerinin başı boş kalmış. Cirit onlara serbest. Coplanan virgül iki büklüm. Sesini kestiler. İçeriden nasıl müdahale etsin cümlenin gidişatına. Bir an bile duraksamadan devam eden bir cümle. Yorucu. Sırada bekleyen paragraflar sabırsız. Lakin ne giriş yapıldı ki gelişme olsun, sonuç olsun?

insan mı olduk?

kar düşen, ayaz tutan yerlerin,
terli insanları olduk

sıcak meselelerin yaşandığı yerlerin,
soğukkanlı insanları olduk

Hayvanların yaşadığı yerlerin,
insanları olduk

biz böyle ne olduk?
 

filler

filler geliyor
peşi sıra büyük gölgeler ve sesler
altında kalmak istemiyorsan
aç hayalinin kapağını
bırak genişlesin, bırak büyüsün
Devasal cüsseli umutların olsun
sudan ve topraktan beslenen
kimse süremesin seni buralardan
bırak gelsin filler
üstüne üstüne püskürt içindeki erdemi
insan olduğunu anlasın
diz çöksün önünde
Filler geliyor
ama sen de güçleniyorsun
Unutma...

aşk

Sevgilinin bir dizinde ben bir dizinde kedi
ben mırlar o kırlar
o mırlar ben kızar
ben bakar o şaşar
o kalkar ben sarar
ben sakar o benden sakar
o azgın ben ondan azgın
ben dişi o benden dişli
o katran ben hayran
Sevgilinin bir dizinde ben bir dizinde kedi
ben aşık o aşık
o aşık ben aşık

özet

sabahın beşi
akbabanın leşi
ruhunun eşi
mahallenin keşi
tavlanın şeşi

İşte hayatın özeti...

hazırlık

final bölümü yaklaşıyor
kendi kısa metrajının mutlu sonunu yazmak için hazır  mısın?
kameranın ışığı son kez yanacak 
mikrofon son kez sesini yükseltecek
sen son kez yükseleceksin belki
belki de son kez düşeceksin
kalkmak mı kalkındırmak mıkafanda bir tek bu olacak
hazır mısın?


23 Şubat 2011 Çarşamba

silmek?

çinden ithal ettiğimiz kokulu silgilerimiz var ama temizlenme çabamız yok...

14 Şubat 2011 Pazartesi

AÇIN Paketi

Paketlenen aşkın öyküsü bu
Herşey kapalı
Herşey gizli
Yırtılmaya, yırtılıp açılmaya ihtiyaç duyan bir paket aşk
İçindeki dişilik kartonlarla sarılmış
içindeki erkeklik kağıdın renklerine karışmış
Ya bozulursa paketteki aşk
Ya son kullanma tarihi geçerse
kapalı kutuda?
Kaygıyla değil sevgiyle açın paketi
içinde mutlaka çam sakızı çoban armağanı vardır
değerini, çokluğunu içtenlikte bulacağınız...

13 Şubat 2011 Pazar

tecrit odası

Kabullenemediklerimin hepsi tecritte
Bir odaları var
Bir de o odadan dışarı sızan sesleri...

kader

En büyük mutlulukların alt satırında en büyük mutsuzluklar yazılabiliyormuş meğer. Bir mumu yakıyorsun, içine içine bakıyorsun alevin. Hissettiğin şey bir saniye sonra gelen rüzgarla son bulduğunda, kaldığın yer karanlık. Gözlerini acıtan bir karanlık... İçini yakan alev değil, karanlık. El yordamıyla yaşamaya çalıştığımız hayatlarımızın kelimelerle tarifi yok. "Ömür boyu mutluluk" dilediğin hayatların belki 3 günlük zamanları kaldığını nasıl bilebilirsin. Zaman herşeyin tüylerini dökerken seni de es geçmiyor. Tek dilek zamanlı bir yok oluş dilemek olabilir...

10 Şubat 2011 Perşembe

still got the blues?

bugün ben burada değilim
dünyanın öbür ucunda bir yerde
sarı toprağa sürüyorum yüzümü
sonra topluyorum
yere dökülen ne varsa
benden
kızıla dönüyorum yüzümü
içimde yeşeren yeşiller
nasıl da uyumlu
yeni rengimle
bugün ben aynı değilim
alımla morumla
barışık
dünyanın öbür ucunda bir yerde
şehvetli bir şeftaliyi
ıssırıyorum
doymak için değil
yeni tatlara hasretimden

4 Şubat 2011 Cuma

Zavallı bir oyun

Söz konusu sözde 'ahlak' olunca herkes nasıl da bilir kişi kesiliyor. Nasıl da unutuyor kendi yediği bokları. Nasıl da ortama oynuyor düşüncesizce, hırpanice, seviyesizce. Bugün bir kadın canını teslim ediyor ardından konuşulan tek şey gitmeden önce nerede, kimle, ne şekilde takıldığı. 32 senedir yaşadığı koskocaman bir hayat var o kadının. Nasıl bir tek kareyle yargılabilirsiniz bu kadar yaşanmışlığı, iyiyi, doğruyu, yanlışı. Kurtlanmış beyinlerin hepsinde tek bir düşünce var: Evli bir kadın başka bir erkeğin evinde ölü bulundu. Taşlayın orospuyu. Asıl siz ve sizin gibi düşünenler orospu demek istiyorum ben bunlara. Bunu söyleyen erkekler kaç gece kim bilir eve bardan tanımadıkları bir kadınla gittiler. Bu kadınların kaçının adını hatırlar bu adamlar sormak lazım. Bırakın yattıkları kadının evli olup olmadığını bilmeyi adını öğrenmeye tenezzül etmemiştir çoğu. Şimdi hepsi küheylan kesilmiş bir kadını taşlıyorlar. O kadın bir kadın olmanın ötesinde bir candı. O candan sadece kendi sorumluydu.
Bu hayatta herşey herkes için. Hiç kimse bir diğerinden daha özel daha ayrıcalıklı, daha ahlaklı, daha farklı değildir. Herkesin kendi hayat dinamikleri vardır ve o dinamikler doğrultusunda en iyiyi yaşamaya çalışır. İşte bu kadar basit...

1 Şubat 2011 Salı

aşkın her türlüsü

Kokusu yastıklara sinmiş bir aşk bizimki
şarap şişesinin mantarına sirayet etmiş kızmızıyız biz
gecenin en kuytusunda küçük masanın şahit olduğu hikayelerimizle
çırılçıplağız biz
Rahata erdiğimiz saatlerede karmakarışlığı
çözüleniz biz
birbirimizin ensesinde yaşamın kokusunu duyanlarız
aşk diye tutturup devrim heyecanıyla
bölüneniz biz
tek vücut olmanın heyecanını yatak dışına taşıyan
yine biziz...

30 Ocak 2011 Pazar

Değilim

Hırçın bir arşenin
tellere uyguladığı baskıyı
ayıplayacak değilim

siyahla beyaz tuşları
ayıran ellere
söz söyleyecek değilim

Soğuk metalin
şifa bulmasını nefesle
kınayacak değilim

Darbe vuran tokmağın
gergin deride bıraktığı izi
protesto edecek değilim

ortaya güzel bir müzik koyabileceksen
müzik olabileceksen
doyurabileceksen aç kulaklarımı, ruhumu
senin ırkçılığını da, şiddetini de, hocalığını da
sorgulayacak değilim.

26 Ocak 2011 Çarşamba

haberin var mı?

uykusuzluk icat edildi
haberin var mı?
Straples rüyalarına sansür geldi
haberin var mı?
Sen kafanın içindeki tilkileri
insan canlısı mı sandın?
karanlıktaki iştahlı çığlıkları onlar attı
haberin var mı?
Elini uzatan laci ceketliyi
baban mı sandın?
Aydınlığını elinden o aldı
haberin var mı?
Sen şimdi bunu yaşamak mı sandın
ciğerlerini toz toparağa onlar sattı
haberin var mı?

20 Ocak 2011 Perşembe

Ah ne çoktu...

Çok dardı
dişlerimi sıktım
geçmek için.

Çok hazırdı
saati geri aldım
ibret için.

Çok uzundu
ökçelerimi cesaretlendirdim
yetmek için.

Çok hoştu
dudaklarımı kızarttım
öpmek için

Çok 'çoktu'
ben kendimi verdim
almak için

Mutlaka

Öylesine bakardım onlara, olanlara
düzenli olarak iç çekişlerim vardı
sadece 'bir kere'
belki 'her gece'
şimdi 'bir sayfa'
sonra 'bin sayfa'
mutlaka meşru
olabilecek bir anın peşindeydim...

Gün aşırı beslerdim onları, onlarla gelenleri
elimde her daim bir portakal vardı
dışarıdan 'bir tane'
içinde 'on tane'
şimdi 'buruk'
sonra 'olgun'
Mutlaka güneş rengi
olabilecek bir doygunluğun peşindeydim...

Seyrek de olsa yaşardım onları, olanları
es geçtiklerim de vardı
ben diyim 'bir tane'
sen de 'bin tane'
Şimdi 'dolu'
Sonra 'boş'
mutlaka sonsuz
olabilecek bir sevginin peşindeydim...

şimdi geldi bir yaz günü...

Bir kış günü
anlamsız parlayıveren gözlerine inat
sarı ışıkta geçtim.
İşi bitmiş noel ağacı gibi
bir kenara atılmış çocukluğumun
pencerelerini kapattım sonra.

Bir kış günü
hayat nasıl daha güzel olur diye sordum kendime
bir ılık rüzgar cevap oldu.
Fırtınayı atlattım
dizlerimin üzerine çöküp sonra.

Bir kış günü
solak kalbin atışlarını hızlandıran
adamı uyandırdım sabah olmadan.
İşitmez oldum
güneşin batışını sonra.

Bir kış günü
önce ben bindim arabaya
eteğimdeki taşlara inat
ilerlerken ezberledim yolları
tek düzelikten sarhoş oldum sonra.

Bir kış günü
Hiç bitmeyecek gibi gelen mevsimi
bacadan kovdum
ayaklı lambanın düğmesini çektim
sarı ışığa geçtim sonra.

Şimdi geldi bir yaz günü...

babalara

Bir kızın hayatındaki erkeğe "Kızımı hak et" diyen bir babası yoksa ne olur?
O kız, hayatına her giren erkeğin kendini hak ettiğini sanır...

Kendini deşifre etmeden nasıl yazar bir insan bu konuyu diye düşünüp duruyorum. Bu seviyeli dışa vurumlarımın sorumlusu kim dersiniz?
Babam...
Kaybetme korkunun ecdadı sana hayat veren adamsa, güven duygunun duvarlarına her gün yeni bir çentik atılıyor. Yıkılmasın diye verdiğin insanüstü çaba seni her gün biraz daha yıpratıyor. Sen bu kadar çabalarken kaybettiğin değerin sorumluluğunu yükleyecek ilk erkek ortada yok...

Babalar ve kızları: İlişkilerin başarısı bu ikilinin doğuştan gelen sevgi bağlarına dayanıyor.

Yüreğim konuşsa, beynim sansürlüyor.
Hayat boyu en büyük bit yeniğim olarak kalacak Babam'a, buradan nasıl bir mesaj vermem lazım bunu ben bile bilmiyorum...

Ama tanımadığım babalara bir mesajım var: Eğer bir kızınız varsa, üzerine titrediğiniz her an, bu dünyayı döndürme yeteneğine sahip bir insanı tekrar tekrar yaratıyorsunuz.

korse ya bize korsa

Saten korsenin altında sık boğaz edilen hangi beden, modanın düşkünü olabilir?
Özgürlüğü, kurdelelerle düğümlenmiş güzellik anlayışının, güzel olması hangi şartlarda mümkün olabilir?

Vücuduna eziyet ederken, ruhunu serbest bırakamazsın.

Tarihi bir giysinin hissettirdiklerinden nemalanarak günümüze bok atan ben burada ne mi anlatmak istiyorum?

"Aynı olmaya ve benzemeye çalışırken yaptıklarının seni bir gün güzelleştirmek yerine, köleleştireceğinden ve bununla antidepresan içerek yırtamayacağından"...

yalvarmak

Yalvarmak: Dilin kaygan zemininde yaşanan bir onursuzluk piyesidir...
Bu, dile yapılan en büyük zulümdür. Zira hiç bir dil bundan tat alamaz...

Pusula olmak...

Pusulanın titrek ama bir o kadar yol gösterici tavrına hayran olmamak elde mi?
Hangimiz içimiz titrerken doğru yolu görecek ve gösterecek kadar cesur olabiliyoruz?
Hangimiz ibre neyi gösterirse göstersin, bu kadar kolay sıfırlayabiliyoruz yeni bir yön için?

Hangimiz pusula kadar küçük ama bilge olabiliyoruz???

Beni kelimelerin yanına gömün

Konuşmadan yaşamayı başaramamak nasıl bir lanettir. Hep merak etmek ve yeterince bilgiye ulaşamamak. Derin bir çukurun içinden çıkacak her kelime için delirmek. Sürekli onun içine dikmek gözlerini. Sözlerin yalana meyilli olduğunu bile bile davranışların gizemine dürüst yaklaşamamak neden?
Neden 29 harfin seni kafa kola alan üstün körü birleşimine bu kadar hayran olmak, ihtiyaç duymak?

Beni kelimelerin yanına gömün. En çok hak edenlerdenim çünkü...

Herşey insanlar için!!!

Bir dilim kurutulmuş domatesin başından geçenler sizin başınıza gelseydi,
üzerine zeytinyağı dökerek, tadını arttırmayı düşünür müydünüz?

medeniyetin kırmızı beyaz halleri

“Dünyanın en medenileşmiş şeyidir” demiş Ernest Hemingway şarap için

O zaman ne duruyorsunuz, en damıtılmış medeniyet bir kadeh kadar yakın size…

oyalama

Oyalamanın binlerce yolu vardır.
Geviş getirirken sindirim sistemini oyalarsın.
örgü örerken beynini,
Sigara içerken beğımlılıklarını,

aşık olduğunda ise hepsini...

15 Ocak 2011 Cumartesi

adsız tanımsız

kaybolmuşluğum kahvenin içinde eriyip giden şeker misali,
Yaşamın sıvı haline ulaşma arzum bedenimi katran rengine bulama nedenim.
Bilsem ki daha iyi katı halim
Ne diye uğraşayım

sigara ya da ben

Dumanın özgürlüğü, sararmış parmakların arasında yaşanır. İki dudak arasında geçen bu kısacık yaşama hali ise soğuk bir metale temas eden ateşin yenilgisiyle son bulur... Ne bitiş ama...
kendi sonunu bundan daha iyi mi sandın?
Biri külün içinde biri toprakta...
ne fark ama...

bir baktım ki...

Bakışların ardında yatan görme arzusu, görmek istediğini göremediği zaman organik bağını koparır yaşamla. Gözlerin içindeki gülümsemeye bir kez bile şahit olan insan, kalbini ve zihnini eğitmeye meyil eder. Sadece bir saniye süren hazzın peşine düşmektir yaşam. ve tabii onu uzatma çabası...

kara kalemin kara mizahı...

Dünya üzerindeki bütün yaşam şekillerine bir göz atın. Bütün canlıları gözlemleyin. Karıncasından, aslanına, filinden, böceğine... Sonra Taksim İstiklal caddesine çıkın bir cumartesi günü, benim gibi. Tramvaya binin ve camdan dışarı bakın. Yüzlerce farklı yüzle ve vücutla karşılaşacaksınız. Hangi tür var ki bizim kadar farklılık göstersin?
Belki de Tanrının en sevdiği yaratıklar biz değilizdir? Belki de bir tek insanı yaratırken çuvallamıştır. Ne istediğini bilememek, hep yarım kalmak, tatminsiz olmak belki de bize yaratıcımızın mirasıdır. En iyi versiyonu yaratmak için yaptığı birçok eskizden biri olduğunuzu düşünün. Kara kalemin kara mizahının bir parçası olduğunuzu hissedin.
Doğamızın kaypaklığı bundandır sanki. Tanrının hala bizim türümüz üzerinde yaptığı çalışmaları devam ettirdiğini görmüyor musunuz? Nasıl kendinizin 'en iyi' olduğunu düşünebilirsiniz şimdi?
Biz doğanın ucubeleriyiz... Bundandır sil baştan yaşamlarımız... Bundandır kısa süreli hayatlarımız ve bundandır doğanın bizim üzerimizdeki üstünlüğü...

TEK şey

Özgürlük, defans yaparak kazanılmaz.
Özgürlük, istemekle olur...

Bir savaş veriyoruz özgürlüğümüz ve haklarımız için. Yaşadığımız hayatı bildiğimiz ve sevdiğimiz gibi yaşamak için.
Savaşımızı nasıl veriyoruz?
Birileri bizim elimizden bunları almak istiyor. Biz de vermemek için onun haksız olduğunu kanıtlamaya çalışıyoruz.
Yanlış taktik...
Yapmamız gereken karşıt grubun yaptığı gibi yapmak: Kendimizi madur olarak göstermek, tanıtmak - olmasak bile- Acındırmak.
Baskı yapmak en babasından.

İçki içmeyi savunmak için yasaklanmasını beklememiz lazım. Durup dururken savunmalıyız bu yaşam şeklini
Başımızı kapatmamak için verdiğimiz savaşı, gündeme gelince savunmamalıyız. Durup dururken saçlarını savurmanın öneminden bahsetmelisin.
Hayvanların öldürülmesini beklemeden, sahip çıkmalıyız onlara...

Hayatımızı yaşamak için yaptığımız şeyin doğru olduğunu elimizden alınmadan önce savunalım. Doğallık, samimiyet, birlik, ortak düşünce ve hareket yapmamız gereken TEK şey...

sentetik sentez

Televizyona bakıyorum: Tan'dan 'Barbie Bebek' şarkısı... müzikal alt yapı yok; dans yok; söz yok anlam yok...
Taksiciye bakıyorum, başbakana bakıyorum, dizlere bakıyorum, reklamlara bakıyorum, iş adamlarına bakıyorum, ... Herşey ne kadar alt yapısız, düzeysiz, kültürsüz, anlamsız...

Peki soruyorum kendime ve benim gibilere: Biz nerede, ne zaman ve nasıl bu hale geldik?
Nasıl sıyırdık kendimizi bütün bu yaşadığımız kroluktan? Nasıl farkındalık yarattık bu kadar kötünün içinde iyiyi seçme konusunda?

İyi aile çocuğu olmak mı bizi mutsuz eden? Toplumdan sıyıran? Dünya klasiklerini okuyarak büyümenin bu kadar acı verebileceğini kim hesaplayabilirdi?
Kim hesaba katardı kendi toprağında yabancılaşacağını okudukça?
Kim bütün bunların sorumlusu? Ailelerimiz mi?

Bir teşekkürü hak ediyorlar, hamurumuzu iyi kardıkları için ve bugün bu kadar eleştirel yaşayacak sentezi bizlere empoze ettikleri için...

8 Ocak 2011 Cumartesi

missing face

Özlemek... Düşündünüz mü hiç neyi özlediğinizi birini düşündüğünüzde? Ben 'yüzünü özlüyorum' örneğin sevdiğim adamın. Ne demek yüzünü özlemek? İlk başta biraz saçma duyulduğunun farkındayım.
Tek başınıza otururken dalıp gidersiniz bazen. Uzakta tanımsız bir noktaya dikersiniz gözlerinizi. Nereye baktığınız önemli değildir o an. Ama baktığınız şeyin sevdiğinizin yüzü olmasını arzularsınız. Tam orada, karşınızda, aslında yanınızda. Heyecan, güven, huzur, aşk, güzellik,... hepsini orada bulabileceğinizi biliyorsunuzdur. Tek görmek istediğiniz, tek görmeye ihtiyaç duyduğunuz onun yüzüdür. Onun yüzünün size hissettirdikleridir. Onun yüzünde bulduğunuz herşeydir özlediğiniz.
Bir yüz insana istediği herşeyi verir. Herşeyi anlatır, herşeyi yaşatır... Gözlerindeki ifade, dudaklarındaki kıvrım, alnındaki kırışıklık, dişlerinin parlaklığı hepsini özlersiniz.

"Yüzünü özledim"...

2 Ocak 2011 Pazar

önceden sonraya

öncelerini şimdiye taşırken sırtının bükülmemesidir önemli olan.
şimdilerini ise sonraya taşırken temkinli olmaktır...
sonrasını ise taşımak için hayal gücüdür esas olan.