27 Aralık 2012 Perşembe

sabır

Bir torba dolusu biriktirdim sabrımı. En çok bu kadarını yapabileceğim psikoloğun bile aklına gelmemişti. Sevmiş gibi yaptım giymeyeceğim o kazağı. Çay içtim bazen şarabın kokusuna hasretken. Top oynadım topuklu ayakkabılarımla. Rimelim aktı zamansız terlemekten.
Ne mi oldu en sonunda?
Ben ben oldum kendi zamanlamama sadık kalan bir sabırsız olarak:)

Adam olur mu?

Bilinmeyenin korkusunu orgazma çevirsek mesela
En çok bundan heyecanlansak ve bir tek bununla nefes alsak
Adam olur mu zihinlerimiz?

Güvenli koyların sıkıcı habitatını içselleştirsek mesela
En çok bundan doysak ve bir tek bununla beslense damarlar
Adam olur mu etimiz?

Bir bedene sıkıştırdığımız onca şeye rağmen
Koysak ruhumuzu masaya mesela
Tutunabilir miyiz sokaktaki hayata?

kalıplı

Kalıplı bir şeyin peşindeyim
Yanlış olmasın kamuflajlı değil


karton

Kartonların katmerli dayanıklılığına güvenilerek yaşanmış her aşk
bir gün kolilenmeye mecburdur...

Adem Elması

Kusursuzluk arayışında geçen kusurlu yıllarım oldu.
Fark ettim ki kusurlarımı örtecek bir kusursuz arıyormuşum.
Bir dünyalıdan ne çok şey bekliyormuşum meğer
Eksiksiz can olmuyormuş Adem elmasının yarım kalmış topraklarında

23 Aralık 2012 Pazar

Mavi odalar

Mavi odalarda büyüyen çocuklar varmış
Mavinin derinliğine alışmış
Uzak olsalar da birbirlerine
biliyorlarmış ki
bir mavi onları birleştirirmiş
Bazen göğün rengi değişirmiş, bazen de denizin
işte o zaman bilirlermiş nerede bulacaklarını diğerlerini
Bir dünyanın içinde gizlenmiş
mavi odalarda büyüyen çocuklar varmış
Başka renkleri bilmeyen...

Kadın & Sapan

Bir kadın ve sapanın arasındaki ortak nokta nedir?
* Tek taş
Her ikisi de hedefe kitlenir ve hedefi vurmaları için gereken şey ise tek taştır:)

Yürümek Lazım Koşmadan Önce

Romantik komedilerin içindeki sırrı çözen var mı aranızda? Bunu bir erkekle tartışıyor olsam, kadın doğama gülerek, beni sikindirik şeylerle ilgilendiğim için suçlardı kesin. Neyse ki geçmişimde bir çok romantik komedi tecrübesi ve önümde boş bir sayfa var.

İşte size geç gelmiş bir farkındalık. Konu, oyuncular ve doku ne kadar farklı olursa olsun bu tip filmlerde bir tek ortak nokta var: Ayrılık acısı çeken bir kadın/erkek ve ona bu süreçte dostluk yapmaya çalışan iyi bir erkek/kadın arkadaş. Bütün bu acı veren süreçte tek kelimesiyle kendin olduğun, senin her halini gören bir adam/kadın ve bunun yavaş yavaş aşka dönüşmesi. Yani siz hiç bu filmlerde ilk görüşte aşkın, sonsuz aşka dönüştüğünü deneyimlediniz mi? Hayır!!!

Bütün mutsuz ilişkiler üreten bizlerin ortak hatasını keşfetmiş bulunuyorum hem de bu kadar aleni gözümüze sokulurken. Fiziksel olarak etkilendiğin bir adamla, biraz da romantik bağ kurabiliyorsan hemen aklına, kadın olarak onun 'O Erkek' olduğu yanılsaması gelir. Halbuki bu adam sana sadece ön yüzünü göstermiştir. Alttaki yazılımda neler olduğunun henüz farkında bile değilsindir. Giyinir, süslenir, güzel yerlere gider, mantıklı şeylerden bahseder, aynı şeylerden keyif almaya çalışırsınız. Aslında bunlar zorlamayla da gelmez, tamamen işin doğası gereği yaşanan bir süreçtir. Hormonlar ve beklentiler bu sanal ve bir o kadar da yapay süreci desteklemekten kendini alamaz.

Peki bütün bu 'harika' süreç nerede tökezlemeye başlar? Bazen ilk sevişmeden hemen sonra, bazen de sizin onu kendi habitatında, arkadaşları ile gördüğünüz yerde. Hatta bir telefon konuşması şahitliğinden veya evde takılmaya başladığınız süreçte de patlayabilir iş... Nedeni basit. Siz karşıdakine mükemmel kadın rolünü oynamaya çalışırken, görmemiş olduğunuz detaylar bir anda gözünüze çarpmaya başlamıştır. Onun yanında kendiniz olamadığınızı fark edersiniz bir anda. Gönlünüzce küfür edemiyor olabilir hatta bir romantik komedi seyretmeye çekiniyor olabilirsiniz. Küçük şeyler bunlar mı dediniz? Ahh dostum işte orada çok yanılıyorsunuz. Bu minik şeyler sizi tam olarak siz yapan tuşelerdir. Başkalaşmak ve kendinden uzaklaşmak bu hayatta başınıza gelecek en üzücü şeylerden biridir. çünkü ölen bir komşunuz, tanıdığınız uzak bir akraba ya da bir arkadaşınız değil sizsinizdir. Peki siz ölürseniz aşkla nasıl bir münasebet içinde olmayı bekliyorsunuz?

Evet okuduğunuz kadar basit bir süreç değil bu arkadaşlık işi. Hoşlandığın bir adamla arkadaş olduktan sonra onu başka kadınlarla paylaşmaya hazır olacak mısın? Belki bu süreçte başka bir kadına aşık olacak ve ilk olarak da seninle paylaşacak bu hislerini.  Evet fark ettiğiniz üzere benim bahsettiği tam olarak bu da değil. Çünkü benim gibi kadınlar bu süreçte çok büyük hasar da alabilir. Ama bir orta noktası bulunabilir gibi geliyor bana. Mesela bir adamla tanıştın, her şey olması gerektiği gibi gidiyor. Hisler tavan yapmış, mutluluk olması gerektiği kadar, eğlence yeşil ışık yakmış, doğanızda belli bir uyum var... O zaman bunu tam anlamıyla bir ilişkiye çevirmeden önce bir süre takılmak lazım. Zaman geçirmek lazım beraber arkadaşların yaptığı gibi. Onsuz hayatın anlamsız olacağını hissedeceğin bir gün gelecek mi ona bakmak lazım. Yoksa ne mi olur? Çok kolay vaz geçebileceğin adamlarla beraber olur, psikologlara para döker ve anti depresan ilaçlarının yarattığı suni yeşillerde, yapay seratonin seviyenizle koşmaya çalışırsın...








15 Kasım 2012 Perşembe

havadan sudan

Eskiydi çok eski
Tanıştığımızda
Geç kalkıp, geç yatıyorduk
notalara ve içki bardaklarına emanetti sohbetimiz

Yıllar geçti yıllar
Tekrarladığımızda
Erken kalkıp, erken yatıyorduk
Tecrübelere ve samimiyete emanetti sohbetimiz

Ve biliyor musun
bugün olduğumuz yerde
notalar hiç olmadığı kadar ahenkli,
şarap olmadığı kadar leziz
hava olmadığı kadar ılımandı...



taş

Karşı kaldırımın taşlarını bilsen de
ayağının altındakine yabancı kalırsın hep
dokunduğun ve hissettiğin bir adım uzakta hissettirir sana
Kandırmaya meyilli aklın
taş toprak demez
yabancılaştırır seni
ev dediğin yerden


14 Kasım 2012 Çarşamba

Kibirsiz Kirpi

Kibirsiz kirpiler olsak
sokmasak kimsenin gözüne oklarımızı olur olmaz
Sadece korusak kendimizi
otobanda savunmasız ilerlerken
olmaz mı

Bütün bedenimizi saran oklara rağmen
yumuşak karnımızla bilinsek
Ne olur yani
Kibirsiz kirpiler olabilsek...

Bir şeyin sihirbazı

Ben gizledim. Sözler söyledim başkaca.
O inandı. Başkası olduğuma
O gizlendi. Dolandık sokaklarda
Ben inandım. Başkası olduğuna

Yaşadıkça kuytular aydınlandı
Yalanlar çıktı şapkadan

Oysa ne büyük hayallerimiz vardı sihirbaz hakkında...

Esans

Kulaklarının ardından sızan parfüm kokusu gibidir bazen aşk.
Sessizce ve yerini belli etmeden yaklaşır
Başını bir hoş eder de itiraf edemezsin ilk burnuna çalındığında
Bulmak istersin geldiği yeri, görmek istersin nemli varlığını
Bir saç buklesinin ardından seninle meşk eder, düşüncelerini perişan eder.
Bir daha ve bir daha o kokuyu duymak için divane olursun
işte dostum ne zaman ki dönüp durmaya başladın
o kokunun ardında
dikkat etmelisin ki
kulak ardı edilmeyesin...
Bir hoş esans uğruna

5 Kasım 2012 Pazartesi

ender

Son dakika tanımalarındayım
yıllarımı verdikten sonra şaşkınlardayım
küçük bildiğim şeylerin büyümesinde
ve yok olmasındayım
sözlerin yerine oturmadığı
davranışların tiksindirdiği
o ender yerdeyim...


Gibi

Kum taneleridir bazen üzerine yapışır da güzel tasvirleri öldürür.
Yazlık hayallerine pis bir kaşıntı bırakıverir.
Hep dert bu değil midir ki? Kafanda şekillendirdiğin, önemsediğin ikinci kişinin hayallerinin duvarına bir gece vakti işediğini görmek...
Sorsan haklıdır da. Doğaldır. Çişi gelmiştir, tutsa daha mı iyidir?
Ne münasebet?
Sadece onun duvar dediği, bizim geleceğimizi yeşertmeye çalıştığımız bir seradır. Hani gözümüzün içi gibi baktığımız, nadir bir türü yaşatmaya çalıştığımız, özel yer...
Bir şey ifade ediyor mu?
Bazılarına Hayır.
Hoyratça kaktüsleri sulayan hantal bir gündelikçi gibi,
Yaşına ve tarihine hürmet edilmeden davranılan bir antika gibi
Gurme bir lezzeti çiğnemeden yutmak gibi
Zekice yapılmış bir espriye " ne demek istedin?" demek gibi
orgazm olmadan sevişmek gibi
gibi gibi gibi....


15 Ekim 2012 Pazartesi

Meraktan...

Sosyal Medya diye bir şey girdi hayatımıza. Ve itiraf edelim hiç bir şey eskisi gibi değil.
Filtreler kalktı. İstemediğiniz her şey hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz artık.

Bendeki yan etkileri: ara sıra mide bulantısı, depresif dışa vurumlar, sıkıntılı iç çekişler, yalnızlık hissi...

Bazen eski hayatımı özlemiyor değilim.
Zaman zaman dünyadan bir haber olmak istiyorum örneğin.

Hükümet bugün ne yaptı? Nerede kaç ölüm yaşandı? Kim kime tecavüz etti? Hangi köpeği sahibi sokağa attı? Birinin çocuğu bugününü nasıl geçirdi? Kediler bugün hangi oyunlarla gönüllerini eylediler? Hangi futbol takımı hangi rakibine feci geçirdi? Hangi yabancı sporcuyu bağrımıza bastık milletçe? Hangi kararlara nefretimizi göstermeliyiz? Hangi semtte hangi eylem için yürüyoruz?

Gizemimizi yitirdik. Hayatın gizemini de yitirdik. Artık düşünmeye zamanımız yok, gerek de yok zaten her şey ütüsüz çarşaf gibi önümüzde.
Bu akşam neredeyiz, ne yemek yedik, üzgün müyüz, yalnız mıyız, yoksa çok aşıkız da sanal ortam da itiraf mı ediyoruz?
Biz ne yapıyoruz?
Bu kadar ortada yaşayarak ve bu kadar her şeyi bilerek merak duygumuzu nası besleyeceğiz? Merak tedavülden kalkacak mı yoksa? Bu ona mı işaret?
Evrimleşme sürecinde sosyal medya MERAK duygumuzun ortadan kalktığı ilk yer mi olacak? İleride belgesellerde bizlerden bahsederken meraksız insanlar, bu tarihi bilgiye mi yer verecekler?
Merak ediyorum, hala, inadına...

Başa gelen çorap

Çoraplar ele verir insanı. Ne saçma bir bulgu...
Ama doğruluk payını es geçmeyelim.
Kaç çoraba bakarken yakaladınız kendinizi? Hadi itiraf edin.
Ağır başlı, oturaklı bir adamın ciddi pantolonunun altından sizi gülümseten renkli, çizgili çoraplara ne demeli? Ya da ummadığınız birinin erimiş çoraplarına?
Peki çok seksi bir elbise altına giyilen, göğüs altına kadar çekilmiş külotlu çorap?
Hiç mi yaşamadınız?
Sakildir ama kesinlikle gerçeklik payı vardır.
Karşındaki insanın hayatı hakkında bir fikir sahibi olabileceğin bir çift bulgudur çoraplar.
Siz kendinizi nasıl anlatırsanız anlatın, çoraplarınız sözünüzü böler ve gerçekleri haykırıverir.
Başınıza ve hayallerinize çorap örer benden söylemesi


İlikleme

Aklınıza gelen her saygıya değer düşüncede ceketinizi ilikler misiniz?
Neden Hayır?
Peki aslında saygı duymadığınız insanların önünde neden iliklersiniz?
Sizden üstün oldukları için mi?
Siz iliklerinize kadar esaret içindesiniz baylar bayanlar
Bırakın açık kalsın
en azından bir yerlerde saygı görme şansınıza kapı aralamış olursunuz...

cennet

"Ne işimiz var bu gezegende?"
"Dünyaya neden geldik?"

Ben sadece bir nesil olarak bu soruların binlerce versiyonunu neredeyse her gün duyuyorum. Eminim insanoğlu ilk düşünmeye başladığı andan beri bu sorular bakidir.
Peki cevap ne olabilir?
"Yaşıyoruz" ya da "Yaşamak için" çok mu basit kaldı bu argümanda dersiniz?

Bence hayatı zorlaştıran, cevapları kaotikleştiren ve sonra da içinden çıkamayan sadece biziz; İnsanlar...
Sadece yaşıyor olmak yetmiyor bize. Meşgale lazım. O yüzden binalar yapıyor, sonra bombalayıp, yıkıyoruz. Savaşlar çıkartıp, milyonlarımızın ölmesine izin veriyoruz sebepsizce. Barış için yürüyoruz akabinde sokaklara dökülerek. Önce ormanları yakıyoruz, sonra fideler dikiyoruz ileride orman olsun diye. Denizlere atıklarımızı atıp, yaşamı durduruyoruz önce sonra bunu temizlemek için makineler icad ediyoruz büyük paralara. Her gittiğimiz yerde şehirleşmeye çalışıyoruz ama sonunda da kasabada yaşamı hayal ediyoruz...

Sizce bir hata yok mu bu işte?
Cehennem sadece bizlerin tatminsizliği olabilir mi sizce? Hiç düşündünüz mü? Sıkılgan, şımarık çocuklarız biz. Önce çok seviyoruz yeni oyuncağımızı, sonra bir anda duvara çarpıp kırıyoruz. Artık eskisi gibi olmadığını ve tamir edilemeyeceğini öğrendiğimizde de basıyoruz yaygarayı, göz yaşını.

Tanrıyı suçluyoruz.
Nerede bu Tanrı biz bu kadar acı çekerken? Yer yüzünde bu kadar çaresizlik varken?
Tanrı'dan ne bekliyoruz peki?
Biz bokumuzla kavga ederken, gökten güller yağdırmasını mı? "Dur savaşma ben sana bir tane daha dünya vereyim git orada dene şansını" demesi tatmin eder miydi bizi? Oraya gittiğimizde aynı şeyler yaşanmayacak mıydı peki?
İçimizdeki bir türlü doyuma ulaşmayan yeri bulabilsek, belki o aradığımız cenneti de bulmuş olacağız.
Adres belli, araç yok
İşte benim anladığım budur dostlar...

6 Ekim 2012 Cumartesi

3H

Hayallerim büyük, kendim küçükmüşüm
Haya ile hayaller gerçekleşmezmiş
Hakikati çözmeden Hakka erişilmezmiş
geldim, gördüm, sustum

2 Ekim 2012 Salı

suni solunum

Ne arıyoruz dışarıda?
Kendi antikorunu üreten bir bedende ikamet ederken
Suni bir solunum;
Bir gün nefesin kesilirse
kendi nefesini seninle paylaşacak kadar cömert olan
ciğerine işleyecek bir başka yaşam...

Naylon

Kumaştır esas olan.
Dola beline çık kaliteliyse.
Hayat boyu taşı boynunda. Hassasiyetini hisset, korumasına şahit ol.
Ama herkesin kumaşı farklıdır; kimi kalın ve dayanıklı sever, kimi ince ve narin.
Sen kimin zevkisin? Hangisi senin zevkin?
Kararsızlık, kumaşı bile eskitir, durduğu yerde.
O mu? bu mu? derken bakmışsın çıplak kalmışsın
Şimdi ne olacak?
Hemen önüne ilk gelen kumaşa sarılacaksın tabii.
Açıklarını örtmeyen, zevkine uymayan, kaşındıran ve tahriş eden...
Kumaşı suçlayacaksın ilk önce, eleştirecek, yerden yere vuracaksın...
Yanlış seçimler sana ne ipeğin zevkini verecek ne de kalın kaşmirin?
Naylon bir kamuflaj hak ettiğin, kabul et
Organik olmayan ve nefes almayan...

kaplan - ceylan

Kaplan bir gün huzurlu bir hayatı seçerse ne olur? Ceylan çok mu sevinir dersiniz?

22 Eylül 2012 Cumartesi

Katlanma

Katlanıp duruyoruz. Bir düzlüğe çıksak kat yerinden görünmeyecek bedenimiz.

21 Ağustos 2012 Salı

dolunay

Hayatının kontrolünü kaybettiğin zamanlara denk gelen dolunayın, 
kalçaları daha büyük gözükür gözüne insanın...

19 Ağustos 2012 Pazar

çoban

Şimdi zamanı değil
diye yaşadık da
zamanı geldiğinde
geç olduğunu görerek
dağlandık

Zaman dediğin bir küçük yanılgı
Saatin kollarına tutunma çaban
Bir çobanın koyuna
bağlanması kadar olağan

Bak şimdi bir koyun kadar olamadık, gördün mü?

ütü

Dur ütüm bitsin, başlayacağım yaşamaya
diyen kadınların
dünü de bugünü de ütüsü de bitmez...

geç kalmalar

Saygısızlıktan değildi geç kalmalarım
Kendime erken gelmelerimdendi
Ya sana değil de kendime geç kalsaydım
ölüm gelmeyecek miydi erken,
geç kalan yaşanmışlığın pişmanlığıyla....

şarap

Şarabın zamanı olmaz
kafası olur...

haramiler

Belli ki yıkmaya çalışmışlar
aşk seddini
hani yıllardır tırnaklarınla inşa ettiğin
uzattıkça uzattığın,
ucunu bucağını göklerin içine sakladığın

İçinde yürüdükçe huzur bulduğun,
huzursuzlanıp sağa sola baktığın,
seddinin sınırlarını zorlamışlar
haramiler mi gelmiş
yoksa harami mi olmuş
gönül çalanlar?

ikilem

Bir yanım çocuklarla oynuyor bu sabah
bir yanım oynamak için büyüdüm diyor

İkilemin biri ikisi olmaz

ya çocuk olursun, bir olursun
ya karanlıklarda bir çocuk ararsın
ikinci olursun


lokma

Yemediğin her lokma peşinden koşar dediler
lokmaları saydım da
koşanlarla denkleştiremedim
Kolay lokmalara da rastladım
ama içime sinmedi
sokmadım listeye

ışık

Işıkları kapatmadan olmaz dedi
şekilsiz bedeni değildi sakladığı
şemalsiz düşünceleriydi.

Kurt

Kocayan kurt değil,
onun cesaretiymiş...

sesli

Kelimeler üretip
yere atıyorum
sırf seslerini duymak için.
Kelimeleri birbirine çarpıyorum
ahenkli bir tını duymak için
duvarlar çınlıyor da
oda da çıt yok hala...

Bayramsız kalmak...

Bayrammış bugün.
Bayramlık yok, bayram alayı yok, bayram yeri yok, bayram havası yok...
Ne bayram ama...

19 Temmuz 2012 Perşembe

Bu havalar

Perdem perişan oldu çırpınmaktan
Gönlümü sorma gitsin
rüzgar ikisinin de ortak noktası
Bu havada olacak işler mi bunlar
hayat devam ediyor, trafik bildiğin gibi
Havadan sudan konuşacaksak eğer
Ben neme kurban verdim
nefesimi de hevesimi de
Derecelerden bahsetme bana
Kavrulmuş zaten şehrin aydınlık yüzü
bilmez miyiz ki
kuşlar bile bilirken
Dışarıda bir eski akordeon
bir eksik adamın parmaklarından
güç buluyor da kekeliyor
Bana eksik gelme ki
kekeleme olmasın aşkımız
Bu havalara inat
tam basalım hayatın akortlarını

Ne yazar

Tanımam kendini
Bir göç sürüsünün içinde olsam ne yazar
Bilinmeyene uçarak
doldurulmuş zaman küplere
Tanımam kendimi
Bir vahanın önünde bulsam beni ne yazar
susuzluğa kanarak
kırılmış testiler yollarda
Tanıt kendini bana
bunca göçe, kuruluğa rağmen
anlat ki öğrenecek bir şey kalmasın
sonlarda nefes alsam ne yazar

18 Temmuz 2012 Çarşamba

masalmış her çocuk


Bir kız çocuğu hayal et.
Neşeli tavırları gözlerinin içini de parlatıyor. Çiçekli elbisesi bahane, o zaten her zaman çiçek açmış dolaşıyor. Pürüzsüz cildinin sebebi, pürüzsüz düşünceleri. Seviyor seni.
Hem de çılgınca. Atlıyıveriyor boynuna ilk gördğünde, sırtına çıkmak istiyor kimseye aldırmadan. Sırf daha çok temas edebilmek için bedenine.
Sana nasıl da güveniyor.
Biliyor senin onun hayallerini gerçekleştirecek olan adam olduğunu. Onu hep seveceğini ve yarı yolda bırakmayacağını. Eşit olduğunuz zaten aklının köşesinden geçmiyor. Sen kocaman, güçlü, aydınlık gülüşlü ve düşünceli bir adamsın sonuçta.
Nasıl eşit olasınız?
O küçük bir kız çocuğu; sevgiye boğulmak isteyen, aklı aşktan meşkten başka bir şeye yol yapmak istemeyen, hep hayalinde seninle bütün olmayı ve bu bütünlüğü bir canla pekiştirmek isteyen…
Bunların hepsi baharda yaşanıyor.
Sonra Kış geliyor…
“Kışşşt” desen gitmeyeninden
Kızın eteklerindeki çiçekler solmaya başlıyor. Çok fazla kelimeyle sulanmaktan belli ki. Sonra gözlerine atlıyor pus. Uzakları hayal edemediğinden belki de. Kollarını yine de doluyor boynuna. Bahara hürmetten.
Baharı hayal ederken söküyor konuşmayı. Ama gel gör ki mevsim kış mı kış.
Konuştukça bulanıyor gelecek.
Üç olma hayali önce ikiye iniyor. İstemiyor teklesin yine.
Odaya kapatıyor kendini
Sen kaç kere çalsan da kapıyı, “ Noldu” desen de tık yok
Gözünden bereket damlıyor. Kim bilir kaç kere
Ama ne bereket?
Şaka desen canı yanmaz kimsenin
Masalı yarılayanın kafasında binlerce soru canlanıyor
Kızın umrunda mı?
Onun kafasındakiler yanında sizinki sayılı yumurta
Sonra senin aklına düşüyor sorular
Ne zaman mı?
Bu masalı yarıladığında tabii ki
Ama cevaplar başka bir masalın konusu oluyor.
Mevsimlere dur demek kimin haddine
Sen dursan mevsimler durmuyor

13 Haziran 2012 Çarşamba

Kitapsız...

"Kitapsızlık" diye bir sokak jargonu vardır hani. Hiç düşündünüz mü ne demek? Sözlüğe baktığınızda karşınıza 2 öneri gelir: Biri  dört kutsal kitaptan hiç birine inanmayan, diğeri de zalim, insafsız...
Bana bu iki öneri aynı kelime ardında doğru bir şey ifade etmiyor. Ben dört kutsal kitaba da inanmıyorum ama ne zalim ne de insafsızım. Eee nedir doğru önerme peki? Ben aranızda tek ayrık otu değilim ya arkadaş?
Bugüne dönelim. Tek kitaba inanan insanlar tarafından yönetiliyoruz. Topraklarımız yıllardır bu insanların istilasında. İnsafsızlık hat safhada. Zalimlik gırla gidiyor. O zaman bana Kitapsız demek kimin haddine düşmüş? Ben bilgiye inanırım. İlime inanırım. Gelişime ve ilerlemeye inanırım. Varsın cennet peşinde koşarken yalakalık yapmadığım için kitapsız olayım. Ben ne kitaplar okudum o kitapsızların haberi yoktu...

2 Haziran 2012 Cumartesi

Katkı Maddeli Düşünceler

Aklıma esiyor da yüreğime değmiyor bazen. Aklına gelen yüreğine değmiyorsa doğal olabilir mi hiç? Katkı maddesiyle ömrü uzatılmış süt misali bendeki bu hisler. Serin yerde muhafaza ettim mi götürüyor beni uzun süre. Ne kandırış ama. Çocuğa söylesen hınzırca güler, topun peşinden koşmaya devam eder.
Yaşın rakamsal değeri büyüdü mü, kandırma meyli artıyor zahir gönlü.

İnsan gönülden yapmalı her ne yapacaksa. Doğallığına kimya değdi mi bir kere iflah olmuyor yaşam. İçinde büyüyen arzuları, taze barbunlar gibi tepsiye yatırmadığında hakkıyla beslenir mi bünye. Keyif şahlanır mı damarlarında? Dondurulmuş gıda ile de beslenirsin tabii ama faydası var mı sana ya da bana?

İşin vitamini tazeliğinde. İçine attığın her şey çürüyüp, kokacak ve tat vermeyecek ilk günkü gibi. Ama gel gör ki olmuyor istediği gibi insanın hiç bir şey; aklına düşüyor, zamana denk düşmüyor. Zamanı geliyor,  ruhuna uymuyor. Kalbin istiyor, karşı tarafın dolmuyor....

Açız açıktayız arkadaş. Nasıl besleyelim kendimizi bilemedik bir türlü...


Toprağın Ettikleri

Önce sıcaktı hava. Saatler ilerledikçe pencereden içeri sızan bir ince rüzgar perişan etti ayaklarımı da, duygularımı da. Sığ suya vurmuş balıkla aynı kaderi yaşamak zor değilmiş hani diye geçti içimden. Bir an süzülürken pervasızca, bir dakika sonra bakarsın sürüklenivermişsin kıyıya.

Ağlamak edebiyatın sorunlarındandır belki de diye geçirdim içimden. Ne zaman bedbaht bir his gelse, kağıt ve kaleme sarılmak ister gönlüm. Sanki sarılacak şey kalmadı dünyada. Bu da benden olsun be napalım. Bizi de böyle yaratmış Tanrı. Üflenirken ruhuma romantik bir rüzgar karışmış içine belli ki.

Sabah haberlerine bakarken geldi aklıma. Gitmek istedim buradan, koşarak, arkama bile bakmadan. Sonra bir kitapla oyaladım kendimi. Yazar 1940'larda yazıyor hikayelerini. Hepsi gerçek, hepsi bugünden kalma. Her devrin adamı gitmek istedi mi acaba bu memleketten. Hep mi aynıydı zihniyet adamım? Yoksa kendi çevresini dünya sanan bizlerin ortak kaderi mi bu? Sınırlara bakmadan, görmeden hüküm vermek? Avrupa'nın ücrasında bir kadın, tam da benimle aynı şeyleri düşünüyor olabilir mi acaba? Ya da Afrika'da ve ya Japonya'da? Değişim yasaklanmış sanki bizlere. Mitolojik tanrıların parmağı olmasın bu garip işte? Bir yarı tanrının uyumsuzluk problemi, bütün halkın lanetlenmesini mi sağladı bilmediğimiz bir dönemde yoksa?

Günün ortasında sarhoş olmak istiyorum. Sonra ne derler bana diye gel-gitleniyor isteklerim. Hakkı değil midir insanın, aklına estiğinde, gönlünden geçeni yapması? İhtiyaç değil midir  hür yaşamak? Ama Özgürlük kelimesi icad olduğundan beri kim verebilmiş hakkını ki, ben vereyim? Kuş muyum ben? Hiç düşünmeden uçayım isteklerim arasında? Haber vermeden kanat çırpamayacağını bilse, karga devam ettirir miydi yaşamını?

Biz insana yakışmıyor belli ki özgürlük. Toprağa mahkum edilmiş bir özgürlük. Toprak, toprak, toprak... Tek bildiğimiz, konuştuğumuz, savaştığımız, didindiğimiz, belimizi kırdığımız, özlemini duyduğumuz, hasedinden öldüğümüz konu bu. Toprağa hükmetme densizliği var mı evrende başka canlıda? Bak sonunda doğa dalgasını geçti bizimle.

Biz hala toprakta oynadığımızı sanalım. Güneş bir var oluyor bir yok. Hiç birimizin haberi yok....

2 Nisan 2012 Pazartesi

Yok yok

Bazen anneler telefonda siz tam da metrobüse binecekken bir şey der. Siz ya dinlersiniz ya da dinlemiş gibi yaparsınız. Ben bugün tam da aynı şartlarda dinliyormuş gibi yaptıktan sonra kapatıp yola koyuldum. Eve geldim. Stresli bir gündü. Hemen bir kadeh şarapla günü başımdan atmak istedim. Yaptım da...Sonra durup dururken annemin zamansız telefonunda kısa zamanda sarf ettiği cümleler geliverdi aklıma...
"Aman kızım ne yaparsan yap başkasının ekmeği ile oynama"... "Bırak yanılsalar bile sen ses etme"....

Ulaaan... ne acayip... Ben bu annenin kızı olarak zaten nasıl hak yer ve hak etmediğim bir parayı kazanırım. Onu bırak bugünün dünyasında dürüst olarak kendi hak ettiğim parayı nasıl kazanırım. Her şey ailede, aile eğitiminde bitiyor dedikleri bu işte... İstediğin kadar ben artık "Kurt oldum bu piyasada" de.. Sen günün sonunda bu kadının kızısın ve senin kurtluğunu yerler...

Neyse huzurumuz olsun, helal süt içelim, paramız olmasa da olur diyor kapatıyoruz konuyu. Konu bir daha açılır ve ben bir gün zengin olur muyum?
Nah olurum bu zihniyetle... Kanda yok, gende yok, götte yok.... konsept budur. Başka planlar bir dahaki reenkarnasyona inşallah....

10 Mart 2012 Cumartesi

İstilacı türler

Bir belgesel: Büyük ve istilacı balıkları konu alıyor. Amerikada Missisipi nehrinde bir anda çoğalan ve nehrin bir bölümünü istila eden dev sazan balıkları. Milyonlarcası, inanılmaz şekilde üremeye ve büyümeye devam ediyor. Bu konuya nasıl bakıyoruz biz insanlar? Tabii ki de bizim yaşam alanımızı fazlasıyla kendine ayırmış bu balıkları bir şekilde kontrol altına almaya çalışarak. Hatta onları yemeyi bile düşünmeden sadece avlayıp, kenara atarak bu beklenmedik medeniyeti kurutmaya çalışıyoruz.
Peki balıklar bizim hakkımızda ne düşünüyor acaba?

"Kardeşim burası nehir. Biz suda yaşıyoruz siz karada. Bütün dünyayı istila ettiniz biz sesimizi çıkartmadık. Şimdi sizin haddinize mi bizim sularımızda bizi kontrol etmek? demezler miydi acaba?

İnsanoğlunun şuursuzluğu kaf dağına kafa tutmaya devam ediyor. Kendimizi bütün doğadan ve canlılardan ayrı tutup, hatta bu sorumluluk bize verilmiş gibi davranıp, her şeyi kontrol etmeye çalışıyoruz.

Biz kimiz?

Doğanın ve yaşamın içine ediyoruz. Önce hayvanların soyunu tüketiyoruz sonra "Eyvah soyları tükendi bunlardan 50 tane kaldı" deyip onları korumaya çalışıyoruz. Tam da bize göre bir davranış.

Biz alt yapısız inşaatlar yapmaya devam edelim, biz kendi politikalarımızla kendimizi zehirleyemeye de devam edelim. Biz ormanları yok edelim, hayvanların yaşam alanlarını istila edip onları yok olmaya mecbur edelim.
Biz - ne bok yediği belli olmayan tür- artık okyanusta götümüzü ısıran köpek balığına, nehri istila eden balıklarıa, ormanın içine kurduğumuz evlere yiyecek çalmaya gelen maymunlara, soktu mu dağıtan yılanlara, balkonumuza pisleyen kargalara kızmayı bırakalım. Belki bu şekilde biraz daha insan oluruz.
Neden mi?
Çünkü dünyayı istila ettik amına koyim hala istilacıyı dışarıda arıyoruz....

Kadın Erkek

Kadınla erkeğin farkını anlamak için bilimsel çalışmalara gerek yok. Diyaloglara kısa bir bakış yeter.Bir arabada yolculuk yapan 2 erkek ve 1 kadın nasıl ortak bir dile sahip değildir kısaca bakalım.

1. Erkek : İstanbul'da Atletizm Şampiyonası varmış
Kadın : Aaaa bu gece Dolunay var...
2. Erkek  : Esas bugün Beşiktaş maçı var!

Ben bu diyaloğun üzerine susam atsam lezzetlenir mi? Ya da dağ kekiği?
Hayır bu diyalog masif, katıksız, olağan bir akışın içinde kendinden canlanan, ne yapsan düzelmez bir iletişimi gözler önüne serer. İşte size kadın ve erkek dünyasının gerçeği. İletişim kurmaya çalışmayacaksın sadece ortak bir yaşam alanında, ne kadar beraber olabiliyorsan onu bulup çıkartacak ve buna da şükredeceksin. İşte size formül...

14 Şubat 2012 Salı

14 şubat

Klişenin bir tarihi vardır.
gün o gün.
Bugün 14 şubat sevgililer günü.
Bu konuda yazmamak için gün boyu mücadele etsem de, 2 kadeh kırmızı şarap beni yolun yolcusu yaptı.
Yıl 2012, aylardan Şubat
sokaklarda yürüdüm amaçsızca, sadece 2 avuç taze oksijen merakımdan
aşk yoktu orada, kırmızılar vardı
içi yapay havayla doldurulmuş balonlardan yapılmış kalplerle doluydu sokak
kırmızı kazaklı bir iki çift gördüm, kadeh tokuşturan restoran camlarında
bir de kalpaklı bir adamla, 70lerinde bir bayan
belli ki uzun zaman verdiler aşka
belli ki hala zaman ayırıyorlardı aşka
sonra eve geldim
bir tek lambası açık kalmış evime
aşktan eser yoktu
aşkı şarapta yakalamaya çalıştım
kelimeler koştu yardımıma
bir de annem ve kardeşim
gerçek aşkı telefonun ahizesinde sonlandırdım.
Peki benim aşkım neredeydi?
Belki bir arkadaşında maç izliyordu, belki de siyasi bir toplumda not alıyordu
Kim bilir, kendinden başka?
Sevgililer Günü Kutlamasını yargılayan birçok mesajı ardımda bırakarak,
kapitalizme de hiç göz kırpmadan
keşke diyorum
en azından bugün bir çiçekle gelseydi eve, sarılsaydı sıkıca
hiç olmadığımız kadar bütün olsaydık
herkese, herşeye ve klişelere inat...

sardunya

Sardunya toprağa aşkını
Almadan veren gönlüyle kanıtladı
Bir avuç toprakta büyüttüğü kalbine
Su değdi ya da değmedi
Ama o açmaya devam etti
İnadına
Kanaatkârca
İnadına
Zahmetle
Biz bir sardunya kadar olamadık
Bunca zahmete
Bunca sevgiye
Bunca suya, bunca toprağa…

sevgili

Beni ben olduğum için suçlayıp duran sevgili
sen hiç ben oldun mu ki?

elma ağacı

Düşünmekten burnu kanadı
düşmekten değil
bir elma ağacının kırık dalını tercih ederdi
kırılan kollarına

nefes

Soluksuz bir günün ardından
küçük bir nefes iyi olmaz mıydı?
burnundan süzülüp, ciğerlerine hoş bir esinti ile can veren
kalp atışlarını hızlandıran
seni kanlandırıp canlandıran

Soluksuz bir günün ardından
sen bir nefes olsan iyi olmaz mıydı?
bütün hücrelerime hitap eden
kalp atışlarımı hızlandıran
beni ben yapan...

duygu şemsiyesi

Duyguların uçsuz bucaksız ana kıtasında
yırtıcıların karanlık gözlerinde
sevgi arayışımızı şemsiyeyle bir tuttuk
Korunaklı bir yer anlayışımız
belki hiç değişmedi
duygular değişirken

Ağırlığını bil...

Ağırlığını koymazsan seni hafife alabilirler...
Kendinizi bir tartın derim. Ağırlığınızı biliyor musunuz?
Peki diğerleri farkında mı?
Yoksa sizi hafife mi alıyorlar?
Gerçeği bir tek siz bilebilirsiniz.
Ağırlığınca yaşamak bu hayatı sadece sizin elinizde.
Başkalarına bırakmayın tartma işlemini
Yoksa karınca muamelesi görürsünüz
terliğin alt tabanıyla yüz yüze gelmiş.

13 Şubat 2012 Pazartesi

kramp

Nereden geldiğini göreceksin kelimelerin
Kulaklarınla değil, gözlerinle takip edeceksin
sözlükte karşılığı olmayanları göreceksin belki de
anlamını sadece sen bileceksin
bu kadar büyük bir lüksü en son ne zaman yaşadın?
Düşüneceksin.
Katacaksın kendini kelimelere
içinde olacaksın
ciğerlerinde hissedeceksin belki de
kramp girdiği yeri sancıtır
anlamını değil hissini bileceksin.
Sadece kulaklarınla duyduğun her kelime uzaklaştıracak seni benden
gözlerini açacaksın ki
yaklaştığımı fark edeceksin...

ne yaptın?

Sözde sen benim dünyayla bağım olacaktın
ama sen ne yaptın?
Kelimelerimin üzerine toprak attın.
Dilimi, gönlümü bağladın.
İçimdeki küskünü gün ışığına çıkarttın
sen ne yaptın?

8 Şubat 2012 Çarşamba

Büyümek

Kız büyüdü. Kız tok...
Evet büyüdüm, yaşadıklarımla çok fazla ön görüm var.
Kıtıklaştım, kıtlaştım, esnekliğimi yitirdim.
Bu mudur büyümek?
Heyecanını yitirerek ve kabullenerek ve tecrübelerin doğrultusunda hareket etmek midir?
Ne kadar memurca
Hayat beni memur yapmadan ben onu tek ayak cezasına mahkum etmek istiyorum.
O beni tek ayak bırakmadan
yürüyerek hatta koşarak...

mizah

Mizah olmadan Tanrı'yı algılamak bir şans...

Ar Damarına Bypass

İnsanların ar damarının çatlaması, JJ Abrams'ın bir sonraki dizisinin konusu olur mu dersiniz? Bir yerde patlayacağı kesin. Hani bir an vardır ya yavaş çekim yaşadığınız bir hikayeye bakarsınız. Tekrar tekrar başa sarıp, sorunu görmeye çalışırsınız. Sorunun temelinde ar damarı yatıyor. Çatladı mı bypass hikaye. Kronik yavşaklık diye adlandırabiliriz belki. Tamam kendini yaşamak en doğrusu. Her şey senin faydana gelişsin istiyorsun, bencillik ipi göğüslüyor. Anladık da. Tek başına yaşamıyorsun, bir toplumun ferdisin. Belli kurallar var. Etik dahilinde istediğin kadar kişiliğine at koştur. Ona diyeceğimiz yok. Ama çevrendeki insanların üzerine üzengiyle binme be arkadaş. Yavaş ol. İnsan ol. Eğer birini kullanacaksan zekice kullanacaksın. Öyle sinsi ve kurnaz olacaksın ki karşındaki anlamayacak. Eğer diyorum ar damarında çatlak varsa, bunu öyle bir yap ki, kimse hissetmesin. Ama hem duygusalsın hem de damar çatlaksa inzivaya çekil kendini onar, öyle katıl aramıza. Bizim derdimiz bize yeter. Bir de seninle uğraşacak yerlerimiz ağrıyor.
Ps. Delete all tuşu bu tip insanları listeden çıkartmak için icad edilmiştir bilginize...

kır cevizi

Yaşam döngüsü içinde vazgeçilmez bir kuruyemişi barındırır:Ceviz... Siz yaş aldıkça içinizin bir yerinde, tahminen kalbe yakın bir bölgede kabuksu bir şey peydahlanıverir. Bununla yaşayıp giden çoktur. Kırmak ise bir tık farkındalık gerektirir. Bu öyle iyi huylu bir ceviz değildir. Pis mi pis, kötü mü kötü, katı mı katıdır. Sadece aklınızla ve mantığınızla karar vermenizi sağlayan bir tıkanıklıktır. Hindir yani. Öyle ulrasona girip, ekranda kendini gösteren  saftirik bir karakteri yoktur. Nasıl fark edilir peki? Ele avuca gelmeyen her şey gibi biraz kendinizi ve duygularınızı gurcuklamanız gerekir.
Ben bir kitap vasıtasıyla fark ettim içimde büyüyen cevizi. Kitap "Hayatınızın Amacı" diye bir kitap. Numeroloji tekniğiyle seni deşifre eden ve sendeki olası sorunları anlatan bir kitap. Biliyorum birçoğunuz buna burçlara yaklaştığınız gibi yaklaşıp, hiç sikine sallamayacak. Ama benim umurumda mı sanıyorsunuz? Hayır ben alacağımı alırım, söyleyeceğimi söylerim. Gerisi sizi ve hayatınızı ilgilendirir. Ben kendime ait bölümü tam 3 kere okudum. Annem olsa bu kadar söylerdi. Hatta belki annem bile bu kadar objektif eleştiriler yapamazdı. Aslında bu kitap bir şey anlatıyor ve siz kendi eleştirinizi kendiniz yapıyorsunuz. Meselenin güzelliği bu.
Ben tam anlamıyla bir mükemmeliyetçi çıktım sonuçlara göre.
"Mükemmeliyetçi" ne kadar da ciddi, havalı ve hatta pozitif görünen bir özellik. Ama HAYIR. 3 gün okuyup araştırdım. Bendeki kişilik bozukluğunu ve bunun hayatıma yansımalarını gördüm. Tabii mükemmeliyetçi kişiliğim el verdiğince. İşte bu farkındalıktır. Kendimi farkına vardığım için harika hissetsem de, bir tarafım da bunu bunca zaman görmediğim için feci depresif. İçimdeki Ceviz buymuş arkadaş. Kocamanmış. Senelerdir benim kalbime yerleşmiş, duygularımla kabuğunu kalınlaştırıyormuş meğer. Şimdi sırada ne var peki? Bununla daha fazla yaşamak hıyarlık olur diye uygulamalara başladım kendimce. Okuduklarım doğrultusunda elim sürekli kendimde. Bir şey söylerken, tepki verirken, duygusal takılırken, yemek yaparken, hatta sevişirken bile kendimi izliyorum. Düzeltmek için daha zaman var gibi duruyor. Bakalım. Gelişmeler sıcak sıcak bu sayfalarda olacak. Cevizinizi bulun ve kırın ...

20 Ocak 2012 Cuma

tedavül

Kumbaraya attığın paraların bir gün pul olduğunu anladığında, olgunluğun şaşkınlığına yetişebilecek mi? Tecrübelerin de belki tedavülden kalkmış para olacak bir gün. Yeni güne yetişemeyen, sıfırlarla dolu bir yığın anı...

16 Ocak 2012 Pazartesi

çakma

Gayrimenkul, yatırım olasılıkları beni benden almış durumda. Manhatten çakması Mashatten mı istersiniz yoksa Venedik ortamı yarattığını iddia eden bir site mi? Evet binalar akıllı da siz öyle misiniz be birader. Kastamonu'lu bir müteahhit çıkıyor ve size Venedik evleri inşaa ediyor. Ve siz de krediye girip bunu alıyorsunuz. Bu mudur akıl? Bu mudur rasyonalizm, bu mudur yatırım? Ha bu arada siz neye yatırım yapıyordunuz? Kendinize mi? Ortamı mı?
Aşağılanmışlık duygusunun Carrefour raflarında indirimde olduğu bu günlerde sizlere de hak vermiyor değilim hani. Paranız var, vizyonunuz yok, özlemleriniz büyük, çıkarınız yok, tanıdığınız çok, bilginiz yok ama nüfusunuz var. Eee bu durumda hakkınız değil mi İtalya'nın hiç görmediğiniz ve batmakta olan Venedik şehrini İstanbul'da yaşatma hissiyatınız? Bir de üzerine hanım mutlu olsa, çoluk çocuk bunun toplumsal getirisinden nemalansanız?  
Ama siz de haklısınız mascarpone peynirinden tiramisu yapılan evlerde Türklük konuşuluyorsa, siz neden Maslak'ın tozunun toprağının içinde, trafiğine aldırmadan Manhatten'ı yaşamayasınız Mashatten'da...

Mez...

Ülkemin kış aylarında geceleri, kitap okunmaz, trafik rahat olmaz, çakı gibi çiftler muhabbete dalmaz, çocuklar erken yatmaz, müzik arşivleri ortaya çıkarılıp müzik dinlenmez, evli çiftler kadehleri tokuşturup geleceklerini konuşmaz... Ülkemin bu aylarında, gece bastı mı insanlar dizi seyreder. Saat 20.00'de başlayan dizi 23.00'te biter. Ardından 15 dakika para kazanan, reklam gelirini hesaplayan kanal aynı diziyi bir kere daha yayına sokar. Umarsızca, sorumsuzca...Konu aynıdır, isim değişse de. Rutubetli yüzler, hüzünlü hikayelerini televizyonun camına  anlatırken çiğ düşer sizin salona.
En sevilen dizinin baş kahramanı konuşur "haaa ne diyo la bu?" yaveri cevap verir "Ne diyo la hakketen bu?"...
Başka bir kanalda bir kadın ağlar, ağlar, hep ağlar... 25 bölüm ağlar mı la bi insan? (diye sorar yazar). Diğer kanala geçebilenler başka bir kadının ağlamasına şahit olacaklardır. 
"Napıyosunuz hakketen la bu hayatta?" diye sormak istiyorum size. 
Neden bilerek kendini kedere sürükler bir insan? Neden sobalı bir evde yaşarken havuzlu villadaki kadının kürküne sarılarak kendini kahretmesine duygulanır? Neden Angara polisini canlandıran, ne dediği belli olmayan bir kronun evrimleşmemiş diyaloglarına 3 saatini ayırır? Kocasını aldatan kadının çetrefilli ruh halini çözmek için bir yılını verir? İlkokul 5 seviseyindeki komedi dizilerinde kendinden geçer? 
Birisi çıkıp bana desin ki "Ben bu diziden tarihimizi öğrendim. Ben karıma nasıl davranmam gerektiğini anladım, Ben boş şeyler için üzülmemeyi öğrendim" İşte bu noktada dururum. Öğrenmenin şekli yoktur arkadaş. Öğreniyosan benim bunca yazım da boş ve sana da helal. 
Ama görünen o dur ki söz konusu dizi oldu mu, benim ülkemde sular durur, Rauf Denktaş hatırlanmaz, kar yağışı seyredilmez, arkadaşlara zaman ayrılmaz, şarap içilmez, felsefeye dokunulmaz, serçelere yem verilmez, mez usta mez işte...



12 Ocak 2012 Perşembe

Yanılıyor muyum?

Zaman zaman sıkılganlığım her şeyi alt üst edebilecek boyutlara dayanıyor. Etrafıma bakıyorum. Kendimi daha boktan hissetmemi sağlıyor sadece. Evden ve rutininden 4 senedir hiç çıkmadan kahkaha atan arkadaşlarım oldu. Bir tarafım bu mu doğru olan diye sorarken, diğer tarafım hayat bu kadar beslenmeden, monoton ve bildiklerinle yaşanacak kadar sığ bir alan değil diyor. Haa bu arada bir kesim insan var ki onlar kesinlikle sözün dışında. Bunlar çocuklar gibi, kendini eğlendirmeyi bilen, sürekli meşgul etmeyi becerebilen, kendince bir sistem yaratıp beslenme olayını çözmüş insanlar. Bunlara da hayranlığımı dile getireyim buradan. Benim gibiler ise sanki biraz arafta kalanlar. Öldükten sonra yaşanan ara dünya gibi hani. Ne dünyalısın ne cennetli. Siz ne düşünüyorsunuz? Normal olmak mı lazım? Hani düzene harfiyen uyan hayatlara mı yönelmeli? Peki sen yönelsen de seni durduran beynine ve hislerine napmalı o zaman? İnsan olmanın bizim anladığımızdan ayrı bir kurgusu olduğuna neredeyse eminim. Sadece kelimelere vurmak ve bir iddiada bulunmak çok zor. Ama insan biraz içini dinledi mi ve ona uygun yaşadı mı sanki daha düzgün olacak her şey. Mesela şundan bahsediyorum. İnsan Tek eşli değildir diye bir kuram ortaya atıldıktan sonra sen çıkp diyemezsin ki evlen, çocuk yap ve ilel ebet yarattığın bu üçlünün, dörtlünün hatta beşlinin içinde yaşa. ( 6lı ve 7li rakamlarda çocuk yapanlara aklım ermediğinden konu dışı)...Hadi erkek sıyırıyor kendini her türü. Sanırım doğasından gelen sorumsuzluk onun bu sorumluluktan yırtmasına sebep olmuş. Ya kadın napıcak? Erkek, ailesi ve toplum istediği için çocuk yapıp, kenara sıkışmış milyarlarca hayat olduğuna eminim. Evet çocuk sevgisi başkadır. Ama ya kendine olan sevgi??? Burada bir noktayı da açıklığa kavuşturalım: Ben demiyorum ki çocuk yap, sonra sıkılıp bırak git. Yapmadan önce düşün. Düşün. Düşün. Çünkü düşünmek ne senin insanlık haklarına ne de doğan ve mağdur olan çocuğun hayatına zeval getirir. Düşünmek bilinç getirir, sevgi getirir ve huzur getirir.
Ben diyorum ki toplum neyi öngörürse görsün önce senin beynin ve düşünce yapın esastır. Senin ihtiyaçların doğrultusunda yaşanan hayat dünyayı da seni de güzel kılar... Yanılıyor muyum?  

7 Ocak 2012 Cumartesi

kimin umrunda?

Bir hikaye okursun. Birinin kaleminden dökülmüş bir tecrübedir hikaye; kendisi ya da kendisi kadar yakın bir hayali kahramanın güncesidir. Etkilenirsin, taraf olursun. Yazar ne diyorsa odur. Hislerini sen değil yazar kontrol eder.
Şimdi bunu hayata uyarlayalım. Herkes kendi hikayesinin yazarıdır. Hikayeyi anlatan da yine kendisidir.
Bir hikayeden etkilendikten ve yargılarınızı verdikten sonra hiç yazarın kendisiyle tanıştığınız oldu mu? Peki hayal kırıklığı yaşadığınız oldu mu? İşte bu da yaşamın hikayesinden bir alıntıdır.
Biriyle tanışırsınız. Hikayesini dinlersiniz. He seferinde farklı, her seferinde daha samimi. Sonra zaman kavramı aşinalığı getirir beraberinde. Artık arkadaş olmuştur, tanıdık olmuştur, korumanız gereken olmuştur karşı taraf. Ama çok önemli bir kaç dakika vardır hayatta yıllara meydan okuyan. Eğer onlara denk gelirseniz, tersine döner her şey, akreple yelkovanın başı döner geri adım atmaya başlar. O dakikalarda fark ettikleriniz ömürlük hikayenin kurgusunun algısını değiştirir. Yalanı görürsün. Kişilik bozukluğu görürsün. Boktan herşeyi görürsün işte... Hikayenin kahramanının yanında değilsindir artık. Üçüncü kişilere sempati ile bakmaya başlar, onların yaşadıklarını idrak etmeye başlarsın. Neden mi? Sen de bir 3. kişisindir. Ve yaşadıkların ve yaşayacakların aşağı yukarı aynı olacaktır bu yazarın hikayelerinde. Peki fark ettin ve kendini çektin bu ilişkiden. Sonra ne mi olur? Sosyal baskıların altında ezilirsin. Dilin şişer hislerini anlatmaya çalışırken. Yaşanmışı anlatmak kolaydır. Ya hisleri? İşte kendisi için doğru olduğuna inandığı bir hayatı yaşayan insanların ortak kaderidir: Yabancılaşmak ve yalnızlaşmak. 
Sanatçıların hayatının neden yalnız olduğunu düşünüyorsunuz. Çünkü onlar kendi doğrularını üretmek için kullanırlar. Komşunun ne düşündüğü, iş arkadaşının kendisini nasıl gördüğünü hatta ve hatta sevgilisinin gözünde nerede olacağını sikine sallamaz. Bildiğini okur bildiğini yazar, çizer, heykelleştirir...
Doğruyu bulmak için sosyal olmanız gerekmiyor, kendinizi önemsemeniz ve sanata yakın olmanız gerekiyor. Gerisi mi? 
Kimin Umrunda?