15 Nisan 2019 Pazartesi

Fermente olmuş aşklar

Güvenin bağ bozumuna gidip, ahşap teknede, çıplak ayaklarımla ezmek istiyorum aşk sandığım her bir salkımı. Çiçekli elbisemin eteklerini sıyırıp, koyu kırmızıya kaçmış yalanların, sıçramış, ufak lekerinden esirgemek istiyorum, kıştan çıkmış soluk bacaklarımı. İçimi dökmek istiyorum sonra bu fermente olmuş üzümlere. Hatta italyanca anlatmak istiyorum yarım kalan hikayelerimi, daha seksi ve dramatik olsunlar diye. Doğanın sunduğu bu meyvenin en hafif meşrep ve ilahi içkisine  dönüşmesini seyrederken, kaybolmak istiyorum bütün yaşlarımda. Yer yüzünün en taşkın tanrısı olan Dionysus'un el verdiği bir ölümlü olarak, yediği tekelerin tokluğu ve su gibi akan şarabın sarhoşluğuyla; coşkuyu, yaşama sevincini ve mutluluğu anlamış dönmek istiyorum 20. yüzyıllara...

Karanlık kostümlü kayıp kadınlar

Üşengeçliklerinin siyah elbiselerine ve koltuk altlarına sızmış, bayat ten kokuları vardı o kadınların. Hiç bir şey olmamış gibi, tavana diktikleri güneş yanığı, kuru burunları, disko topunu selamlarken, dünya en ucuz selamlaşmaların tarihini yazıyordu. Ne zaman bu kadar tükenmiş ve yok olmuşlardı? Kıymetlerini bacaklarının arasına alıp, süngerle desteklenmiş dişiliklerini üç kuruşa peşkeş çekmenin tadını çıkarıyorlardı umarsızca. Önce sevgiliye göz kırpıp, sonra misafiri oldukları evin adamına şişe çevirterek, cesaretlerini kanıtlamak istiyorlardı. Ya cesaret ya da doğruyu sorguladıkları, kazanmak üzere önceden yaptıkları küçük hesaplarını ikiyle çarparak.  Hiç akmıyordu tembihli rimelleri ve bu yola baş koymuş tilki fikirleri. Bellerini sıkan külotlu çoraplarına sakladıkları küçük notlarına bakmak için verdikleri molalar baltalıyordu bir tek planlı gece yaşantılarını. Araya giren bahsetmeye değmez dakikalar, alkollü beyinlerin unutkanlığına yenik düşüyordu tam o dakikalara denk gelen anlarda. Terlemiş alınlı erkeklerin, sessiz kapışmasını yelliyorlardı kağıttan yapılmış ucuz yelpazeleriyle ve hiç durmadan kıvırdıkları kuru kuyruk sokumlarıyla.
Ama şans onlara gecenin kör ettiği saatleri sunmuştu bir kere. Geleceği yakın sabahın ayazını ve memursu bakışlarını hesaba katmadan.
Yanlarındaki hayatların ne düşündüğü umursamaya değmezdi, körpe ve popüler kalmak için zorladıkları bedenlerinin kazancının yanında.
Amacı neydi felsefesi olmayan ve değeri hatırlanmayan gecelerin sıradan kadın silueti olmak için bu kadar çabalamanın?
Peki çiçek yetiştiremeyen, evinin kapısı olmayan, kalbini çelik çomak oyununda kaybetmiş, küçük oyunların büyük masallara konu olacağını sanıp, umarsızca saç boyatmaya giden bu kadınlara ne olacaktı?
Geleceğin sağlıklı organlarının ve çekirdek ailelerinin kaburga kemikleri mı olacaklardı sonunda?
Belki bin yaşındaki bir kaplumbağa gibi kuma bırakacaklardı, kaçının yaşadığını hatırlamadıkları yumurtalarını. Belki de çok bilinmişliğin iştahsızlığı ile bir timsahın gözlerinde yaş olup, dipsiz bir nehirin bulanık sularına karıştıracaklardı hedefi olmayan hayatlarını.

Bir Adam ki

Damarlarına kadar hissettim bir adamı. Damarları tıkalı olsa da. Olsun bana akan kanı yeter. Bıraksa açarım da tıkanan neyi varsa. Ama önce egodan uzaklaşıp sonra kolestrolü düşünsek, bu klişelerle şekillenmiş hayatta. Aşkımızla şenlense çıkmaz sokak karanlıkta. Hem 'hayır' da yapmış oluruz sokakta yaşamaya çalışanlara. Sevdiğimi söyledikçe kabaran yaşam sevincini sadece benimle paylaşsan, savaşırdık koca ayakla da.
Küçük taklalarla olimpiyata katılamayacağımızı söylemiştim sana. Ama dinlemeden sözlerimi, düşüp duruyorsun salonda. Kadere inanmadan, kadının olmaz demiştim sana. Her kadının yahnisini yemeye çalıştın ama ah ne tuzu ne biberi vardı şimdi güzel sandığın o tabaklarda. Etlerimizi bayatlatan yaşlarımızla, hüküm sürmeye çalıştık gençlerle aynı platformda.
Bırak da yaşayalım be koca, yaşla, başla, sağlıkla ve huzurla... 

Kadın

Erkeklerin dayattığı bir kapanış ve yine erkeklerin dayattığı bir açılış içinde savrulan kadınlar. Düşüncelerinin götürdüğü yerlere gidemeyen memeliler. Cennette bile erkekler için bakire kalmak zorunda kalan huriler. Yaratma gücüne sahipken, yaratamayanlar ya da istemeden üreyenler. Evlatlarını toprağa yatırıp, acıları ayakta dolaşanlar. Bir öpücük ihtimaline dudaklarını şişirenler. Fallardan medet umanlar, büyüyle acınası olanlar. Evlenmenin kadınlığın takdiri olduğunu sananlar. Erkekleri güzellikleriyle kullanıp, kadınlığı lekeleyenler. Hürriyeti yanlış kullanıp ayağa düşenler. Bir fadoda acı çekip, çiftetellide göbek atanlar. Cinsiyetini saklayanlar, hemcinslerine kan kusturanlar. Çok süslüler ve kendini bırakmışlar. Aldatanlar ve aldananlar. Tacize uğrayanlar, ses çıkaramayanlar. Yalnızlar ve popülerler. Ölüm orucuna yatanlar, umursamaz takılanlar. Cahil ve mutlular. Bilgili ve ilgisiz kalanlar. Dünyayı çözenler, rahat edenler. Dürüst ve erkeksi kalıp ötekileştirilenler.
İşte bütün bunlar yuvarlak hatları yüzünde cezalandırılan, kadınlığını doya doya yaşayamayan  kadınlar !...

13 Nisan 2019 Cumartesi

Havadan Sudan


Eskiydi çok eski
Tanıştığımızda
Geç kalkıp, geç yatıyorduk
notalara ve içki bardaklarına emanetti sohbetimiz

Yıllar geçti yıllar
Tekrarladığımızda
Erken kalkıp, erken yatıyorduk
Tecrübelere ve samimiyete emanetti sohbetimiz

Ve biliyor musun
bugün olduğumuz yerde
notalar hiç olmadığı kadar ahenkli,
şarap olmadığı kadar leziz
hava olmadığı kadar ılımandı...

karanfilin ölümü

Niye çiçek açması bu kadar zor ki, bahar ayında doğan birinin? Toprak mı azdı o doğduğu zaman yoksa bereketiyle ünlü yağmurlar mı gelmemişti baharına. Oysa ne çiçekler açar dağlarda, kaya aralıklarında, yoklukta, karanlıkta. Bu zayıf, tohumsuz, küskün ve kırsal çiçek türü niye denk gelmişti ona. Eninde sonunda bir barda bir yaşlı kadının, yaşamdan ayırdığı bir buket içinde, kime gideceği belli olmayan bir karanfil mi olacaktı yoksa. Aşk adına fahiş fiyatlara satılacak ölü bir karanfil.

19 Temmuz 2014 Cumartesi

çaydanlık

kararlar ve yanlış zamanlamalar
demlendiğine karar veremeyen çaydanlık misali
fokurdamaya devam...

göl

Narsistin suya yansıyan görüntüsü bir gün bile değişmedi mi ki?
Nedir bu olgunlaşmayan sevgi?
Günler, yıllar, bakışlar, eldeki kırışıklıklar değişti de
bir o mu değişmedi?

Göle sormak lazım bir denk getirip...

renkli mi?

Üstünü örtelim, görmek istemediğimiz ne varsa; bütün karaları örtelim mesala. Gölgeleri daha koyu olur onların her ne kadar aydınlıktan beslenseler de.
Aynalar koyalım dört bir tarafa; her birinden yansısın kişiliğimizin saklanmış parçaları. Taş atmadan yüzleşmeye çalışalım akislerle, ne de olsa biz varız ucunda.
Bir su sesi iyi olmaz mı bu arada?
Bütün basların içinde kulak kesilebileceğin hafif bir tizlik, Tezatlarına ıslık çalan?
Bir iki dosttan rica edelim sonra hayatımızın yedek anahtarını alırlar mı diye?
Hani bir şey olunca hep orada, hep içeride olabilsinler.

Hayatı renklendirmek bu kadar basit olsa
üç-beş örtü, ayna, su ve yedek anahtarla?

5 Temmuz 2014 Cumartesi