23 Eylül 2010 Perşembe

çatlak

Pencerenin dışında kalan realite bazen içerdekiyle örtüşmüyor. Hepimiz biliyoruz duvardaki çatlağa neyin sebep olduğunu. Ya bizdeki çatlamalar? Aşırı nemlenmeden olabilir mi? Ya da kalitesiz malzemeden? Belki ani bir sıcak havaya ve ardından gelen ani bir soğuğa yakalanmışızdır...Kim bilir?

yüzsüzlük 4G

Yüzsüzlüğün bir üst versiyonu piyasaya sunulmuş. Bir nevi "face-off"... Bazı insanlar yaptıklarını hiç üstlenmeden hayatlarına devam etmelerini sağlayan modüler çipi kıçlarına takıp dolaşıyorlar aramızda. Bu yeni modelin bir tek arızası var: iletişimsizlik...

22 Eylül 2010 Çarşamba

tecavüz

Kafamdaki kadına kim tecavüz etti?
Kadın olmanın büyük bir meziyet olduğunu düşünerek büyüdüm. Anneannem yani mavişim tam bir eski kadın modeli: muhteşem yemek yapan, kocasının kızgınlıklarını örtebilen, evini çekip çeviren, 70 yaşında hala kocası sevmiyor diye naylon çorap giyen ve tabii her sabah saçını sarıp, mavi gözlerine yeşil kalemini çekip kahvaltı hazırlayan kadın...
Sonra annem. O da yeni nesil kadınlara iyi bir örnek: Bakımlı, güzel, güçlü, çocukları için her zaman her şeyi terk edebilecek kadar cesur, muhteşem yemek yapma burada da var...
Ben bu kadınların arasında büyüyünce olanlar oldu belki de... Ben ikisinin de kötü taraflarını yok edip, iyi taraflarını alarak iyi bir kadın olabileceğimi düşündüm. Yanıldım. Hem de feci şekilde...
İşten gel, fönünü çektir, makyajını tazele, sevgilinle buluş, yemek hazırla, topla, kahve yap, seviş... Bu model nasıl görünüyor size yeterince kadın mı? Siz de yanıldınız...
Çalışan kadın modeli bu değil...
Evde otur, hiç bir iş yapma, hatta evinde birilerini çalıştır, buna rağmen sıkıl, adama her gün huzursuzluk çıkart, parasını harca, yemek yapmayı da bilme ( hayatında makarna dahi yapmış olma)... İşte siz tam evenilecek kadınsınız. Bravo tek taşınızı en büyük isteyecek kadar da girişimci olabilirsiniz.
Tekrar soruyorum kafamdaki kadına kim tecavüz etti???

18 Eylül 2010 Cumartesi

botokslu kalpler

Kurtarılmış bölgelerin kalplerine sahipsek eğer acı çekmek bizim boynumuzun borcudur belkide... Biraz inanmak, biraz derinlik istiyorsak nerelere ve kimlere başvurmalıyız. Kafamızı omzuna yaslayabileceğimiz adam yoksa, hiç olmadıysa eğer, sadece koltuğun koluna mı dayandırmalıyız yaşam inancımızı. Bugün varmış gibi davranıp, yarın hiç olmamışçasına yok olan insanları biriktirip her birini kumbaramıza atıyorsak, bu bizim zavallı yatırım anlayışımız olarak kazanç hanemize mi yazılır?
Kalbimize botoks yaptırmalıyız belki de... Tepki verdikçe yaşlanan, kırışan bir kalbe kimin ihtiyacı olabilir ki? Hep genç kalmak hiç birşey hissetmeden, kıvrılmadan, zorlamadan yaşamayı gerektiriyor belki de.

14 Eylül 2010 Salı

değerlinin gülüşü

Son zamanlarda kendimle oldukça yüzleşme fırsatı yakaladım. Kendime verdiğim değerin değerliliğini ölçmeye çalıştım. Etrafımı izledim. İnsanların davranışlarını aklıma kazımaya çalıştım. Özgüvensiz bir tip olmasam da bazı yerlerde ve bazı kişilere karşı kendimi gayet değersiz konumlandırmam beni şaşırtıyor. Bu değişken bir durum mudur ki? Senden daha baskın veya senin çok değer verdiğin bir kişi senden daha ön plana çıkabilir mi senin nazarında? Ben de sistem böyle işliyormuş:)
Karşımdaki insana verdiğim değer ölçüsü arttıkça kendimden uzaklaşıyormuşum. Kendi değerimi bilmez oluyormuşum. Ne acı...
Bunun farkında olmak da bir başlangıç diye düşünerek geçen gün kendime bir şeyler kanıtlamaya yemin ettim. Bana zarar verdiğini düşündüğüm bütün kalemleri bir seferde hayatımdan yok etmek. Tek tek de değil. Bir seferde. Sigara operasyonun birinci kalemi. Bugüne kadar vitamini gitmesin diye kabuklarını soymadan yediğim sigarayı bırakmak için ilaç kullanmaya başladım. İkinci kalem: ertelenen burun ameliyatı. Bu da cepte. Bunun gibi birkaç tane daha rahatsızlık veren durumdan sıyrılıyorum. Ohhh yazarken bile omuzlarımdan bir yük kalktı.
Her zaman değişiklikten korktuğumu sanırdım. İşin sırrı harekete başlamaktaymış. Hep kayıplar üzerine kurulu bir düşünce sistemine sahipmişim meğer. Kazanç tarafını es geçerek yaşanan 36 sene.
Belki de hepimiz zaman zaman yük olduğunu düşündüğümüz şeylerden silkelenmeliyiz.
Bütün bunlar bana sadece kendimi değerli hissettiren küçük operasyonlar. Sonrasında eminim insanlar da bana hak ettiğim değeri vereceklerdir.
Değerli gibi gülerek bu yazıyı sonlandırıyorum...

6 Eylül 2010 Pazartesi

dokunaklı konu

Temassızlık gezegeninden gelme bir kişi ile o gezegende dokunmatik otomatlarını yaygınlaştırmaya çalışan bir kişi nasıl anlaşır?
Konuşmak herşeyi çözebilir mi? Uzlaşma sağlanır mı? Aslında böyle birşeyin uzlaşma noktası nedir onu önce düşünmek lazım. Sıfır temas kişi biraz dokunmaya çalışacak, dokunmatik kişi de daha mı az dokunma odaklı yaşayacak?
Çok dokunaklı bir konu olduğunun altını çizmeli miyim yoksa her halinden anlaşılıyor mu?

Dünyevi problemlerimizin aslında ne kadar ipe sapa gelmez şeyler olduğunu bilsek de onları çözmeden yaşayabilmenin bir sırrı yok galiba. Değişime dayalı hiç bir çözüm de işe yaramıyor. Bunu da biliyoruz. Peki o zaman işin çözüme nedir?
Mekan değiştir, habitat değiştir, daha dokunmatik birileriyle takıl, ya da temassızlık gezegeninden kendine uygun birini bul... Bunlar haricinde bir önerisi olan varsa bulsun beni...