20 Ocak 2012 Cuma

tedavül

Kumbaraya attığın paraların bir gün pul olduğunu anladığında, olgunluğun şaşkınlığına yetişebilecek mi? Tecrübelerin de belki tedavülden kalkmış para olacak bir gün. Yeni güne yetişemeyen, sıfırlarla dolu bir yığın anı...

16 Ocak 2012 Pazartesi

çakma

Gayrimenkul, yatırım olasılıkları beni benden almış durumda. Manhatten çakması Mashatten mı istersiniz yoksa Venedik ortamı yarattığını iddia eden bir site mi? Evet binalar akıllı da siz öyle misiniz be birader. Kastamonu'lu bir müteahhit çıkıyor ve size Venedik evleri inşaa ediyor. Ve siz de krediye girip bunu alıyorsunuz. Bu mudur akıl? Bu mudur rasyonalizm, bu mudur yatırım? Ha bu arada siz neye yatırım yapıyordunuz? Kendinize mi? Ortamı mı?
Aşağılanmışlık duygusunun Carrefour raflarında indirimde olduğu bu günlerde sizlere de hak vermiyor değilim hani. Paranız var, vizyonunuz yok, özlemleriniz büyük, çıkarınız yok, tanıdığınız çok, bilginiz yok ama nüfusunuz var. Eee bu durumda hakkınız değil mi İtalya'nın hiç görmediğiniz ve batmakta olan Venedik şehrini İstanbul'da yaşatma hissiyatınız? Bir de üzerine hanım mutlu olsa, çoluk çocuk bunun toplumsal getirisinden nemalansanız?  
Ama siz de haklısınız mascarpone peynirinden tiramisu yapılan evlerde Türklük konuşuluyorsa, siz neden Maslak'ın tozunun toprağının içinde, trafiğine aldırmadan Manhatten'ı yaşamayasınız Mashatten'da...

Mez...

Ülkemin kış aylarında geceleri, kitap okunmaz, trafik rahat olmaz, çakı gibi çiftler muhabbete dalmaz, çocuklar erken yatmaz, müzik arşivleri ortaya çıkarılıp müzik dinlenmez, evli çiftler kadehleri tokuşturup geleceklerini konuşmaz... Ülkemin bu aylarında, gece bastı mı insanlar dizi seyreder. Saat 20.00'de başlayan dizi 23.00'te biter. Ardından 15 dakika para kazanan, reklam gelirini hesaplayan kanal aynı diziyi bir kere daha yayına sokar. Umarsızca, sorumsuzca...Konu aynıdır, isim değişse de. Rutubetli yüzler, hüzünlü hikayelerini televizyonun camına  anlatırken çiğ düşer sizin salona.
En sevilen dizinin baş kahramanı konuşur "haaa ne diyo la bu?" yaveri cevap verir "Ne diyo la hakketen bu?"...
Başka bir kanalda bir kadın ağlar, ağlar, hep ağlar... 25 bölüm ağlar mı la bi insan? (diye sorar yazar). Diğer kanala geçebilenler başka bir kadının ağlamasına şahit olacaklardır. 
"Napıyosunuz hakketen la bu hayatta?" diye sormak istiyorum size. 
Neden bilerek kendini kedere sürükler bir insan? Neden sobalı bir evde yaşarken havuzlu villadaki kadının kürküne sarılarak kendini kahretmesine duygulanır? Neden Angara polisini canlandıran, ne dediği belli olmayan bir kronun evrimleşmemiş diyaloglarına 3 saatini ayırır? Kocasını aldatan kadının çetrefilli ruh halini çözmek için bir yılını verir? İlkokul 5 seviseyindeki komedi dizilerinde kendinden geçer? 
Birisi çıkıp bana desin ki "Ben bu diziden tarihimizi öğrendim. Ben karıma nasıl davranmam gerektiğini anladım, Ben boş şeyler için üzülmemeyi öğrendim" İşte bu noktada dururum. Öğrenmenin şekli yoktur arkadaş. Öğreniyosan benim bunca yazım da boş ve sana da helal. 
Ama görünen o dur ki söz konusu dizi oldu mu, benim ülkemde sular durur, Rauf Denktaş hatırlanmaz, kar yağışı seyredilmez, arkadaşlara zaman ayrılmaz, şarap içilmez, felsefeye dokunulmaz, serçelere yem verilmez, mez usta mez işte...



12 Ocak 2012 Perşembe

Yanılıyor muyum?

Zaman zaman sıkılganlığım her şeyi alt üst edebilecek boyutlara dayanıyor. Etrafıma bakıyorum. Kendimi daha boktan hissetmemi sağlıyor sadece. Evden ve rutininden 4 senedir hiç çıkmadan kahkaha atan arkadaşlarım oldu. Bir tarafım bu mu doğru olan diye sorarken, diğer tarafım hayat bu kadar beslenmeden, monoton ve bildiklerinle yaşanacak kadar sığ bir alan değil diyor. Haa bu arada bir kesim insan var ki onlar kesinlikle sözün dışında. Bunlar çocuklar gibi, kendini eğlendirmeyi bilen, sürekli meşgul etmeyi becerebilen, kendince bir sistem yaratıp beslenme olayını çözmüş insanlar. Bunlara da hayranlığımı dile getireyim buradan. Benim gibiler ise sanki biraz arafta kalanlar. Öldükten sonra yaşanan ara dünya gibi hani. Ne dünyalısın ne cennetli. Siz ne düşünüyorsunuz? Normal olmak mı lazım? Hani düzene harfiyen uyan hayatlara mı yönelmeli? Peki sen yönelsen de seni durduran beynine ve hislerine napmalı o zaman? İnsan olmanın bizim anladığımızdan ayrı bir kurgusu olduğuna neredeyse eminim. Sadece kelimelere vurmak ve bir iddiada bulunmak çok zor. Ama insan biraz içini dinledi mi ve ona uygun yaşadı mı sanki daha düzgün olacak her şey. Mesela şundan bahsediyorum. İnsan Tek eşli değildir diye bir kuram ortaya atıldıktan sonra sen çıkp diyemezsin ki evlen, çocuk yap ve ilel ebet yarattığın bu üçlünün, dörtlünün hatta beşlinin içinde yaşa. ( 6lı ve 7li rakamlarda çocuk yapanlara aklım ermediğinden konu dışı)...Hadi erkek sıyırıyor kendini her türü. Sanırım doğasından gelen sorumsuzluk onun bu sorumluluktan yırtmasına sebep olmuş. Ya kadın napıcak? Erkek, ailesi ve toplum istediği için çocuk yapıp, kenara sıkışmış milyarlarca hayat olduğuna eminim. Evet çocuk sevgisi başkadır. Ama ya kendine olan sevgi??? Burada bir noktayı da açıklığa kavuşturalım: Ben demiyorum ki çocuk yap, sonra sıkılıp bırak git. Yapmadan önce düşün. Düşün. Düşün. Çünkü düşünmek ne senin insanlık haklarına ne de doğan ve mağdur olan çocuğun hayatına zeval getirir. Düşünmek bilinç getirir, sevgi getirir ve huzur getirir.
Ben diyorum ki toplum neyi öngörürse görsün önce senin beynin ve düşünce yapın esastır. Senin ihtiyaçların doğrultusunda yaşanan hayat dünyayı da seni de güzel kılar... Yanılıyor muyum?  

7 Ocak 2012 Cumartesi

kimin umrunda?

Bir hikaye okursun. Birinin kaleminden dökülmüş bir tecrübedir hikaye; kendisi ya da kendisi kadar yakın bir hayali kahramanın güncesidir. Etkilenirsin, taraf olursun. Yazar ne diyorsa odur. Hislerini sen değil yazar kontrol eder.
Şimdi bunu hayata uyarlayalım. Herkes kendi hikayesinin yazarıdır. Hikayeyi anlatan da yine kendisidir.
Bir hikayeden etkilendikten ve yargılarınızı verdikten sonra hiç yazarın kendisiyle tanıştığınız oldu mu? Peki hayal kırıklığı yaşadığınız oldu mu? İşte bu da yaşamın hikayesinden bir alıntıdır.
Biriyle tanışırsınız. Hikayesini dinlersiniz. He seferinde farklı, her seferinde daha samimi. Sonra zaman kavramı aşinalığı getirir beraberinde. Artık arkadaş olmuştur, tanıdık olmuştur, korumanız gereken olmuştur karşı taraf. Ama çok önemli bir kaç dakika vardır hayatta yıllara meydan okuyan. Eğer onlara denk gelirseniz, tersine döner her şey, akreple yelkovanın başı döner geri adım atmaya başlar. O dakikalarda fark ettikleriniz ömürlük hikayenin kurgusunun algısını değiştirir. Yalanı görürsün. Kişilik bozukluğu görürsün. Boktan herşeyi görürsün işte... Hikayenin kahramanının yanında değilsindir artık. Üçüncü kişilere sempati ile bakmaya başlar, onların yaşadıklarını idrak etmeye başlarsın. Neden mi? Sen de bir 3. kişisindir. Ve yaşadıkların ve yaşayacakların aşağı yukarı aynı olacaktır bu yazarın hikayelerinde. Peki fark ettin ve kendini çektin bu ilişkiden. Sonra ne mi olur? Sosyal baskıların altında ezilirsin. Dilin şişer hislerini anlatmaya çalışırken. Yaşanmışı anlatmak kolaydır. Ya hisleri? İşte kendisi için doğru olduğuna inandığı bir hayatı yaşayan insanların ortak kaderidir: Yabancılaşmak ve yalnızlaşmak. 
Sanatçıların hayatının neden yalnız olduğunu düşünüyorsunuz. Çünkü onlar kendi doğrularını üretmek için kullanırlar. Komşunun ne düşündüğü, iş arkadaşının kendisini nasıl gördüğünü hatta ve hatta sevgilisinin gözünde nerede olacağını sikine sallamaz. Bildiğini okur bildiğini yazar, çizer, heykelleştirir...
Doğruyu bulmak için sosyal olmanız gerekmiyor, kendinizi önemsemeniz ve sanata yakın olmanız gerekiyor. Gerisi mi? 
Kimin Umrunda?